Kur’ân ve Sünnet ölçülerini hayatlarına geçiren insanlar, olaylara yüzeysel değil, etraf-ı erbaasıyla bakarak değerlendirirler. Burada ölçü, insanların haksız bir şekilde suçlanmaması gerekmektedir. Çünkü birer Müslüman olarak, insanlar için beslediğimiz zanlarımızdan dolayı da hesaba çekileceğimizi bilmekteyiz. Bu sebeple olayları değerlendirirken, “Kim söylemiş, kime söylemiş, hangi maksat ve hangi niyetle söylemiş?” şeklindeki soruların iyice cevaplandırılması gerekmektedir.
Gerçek bir sonuca varmak ve yanlış suçlamalara meydan vermemek isteyenlerin peşin hüküm verme gibi bir alışkanlıklarının olmaması gerekir. Çünkü meydana gelen olaylara iyice vâkıf olmadan, olayların kahramanı durumundaki insanlar hakkında hükme varmak insanı yanıltabilir. Böylece kişiler hakkında yanlış zanlarda bulunur ve onların haklarına tecavüz etmiş oluruz. Zira insanların söyledikleriyle gerçekten neyi kast ettiklerini ancak Allah bilir.
Dinimizin şiddetle men ettiği kötü zan ve gıybet gibi günahlara bizi sokan durumlar, bu şekildeki yanlış yaklaşımlar neticesinde meydana gelmektedir. İnsanlar hakkında güzel düşünüp onlara hüsn-ü zan etmenin sorumluluğu olmamakla birlikte, insanlara sû-i zan etmenin, hak etmedikleri durumlarla suçlamanın dinimizde yeri bulunmamaktadır. Böyle davranmak kul hakkını gasp etmek demektir ki, bunun sorumluluğu büyüktür.
Dostumla, önceki yazımda belirttiğim konular hakkındaki sohbetimizden sonra, kendisi sözü, geçmişte Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı görevinde bulunan ve zaman zaman tenkitlere sebep olan beyanatlarla gündeme gelen bir zâta getirdi. “Nihayet gerçek yüzü ortaya çıktı” diyerek, sözü belki de haklılığını ifade etmek için cevap veremeyeceğimi düşündüğü bir konuya getirdi. Dostumun ifadelerinde açık olmazsa dahi geçmişte bu zata oy verenlerin hata ettiği iması bulunmaktaydı.
Kişilerin şahsî yaşantılarının kendilerini bağladığını, bizim insanların icraatına bakmamız gerektiğini ifade etmeye çalıştım. Bu siyaset adamının geçmişteki müsbet icraatlarından ve dine ve dindara olumlu bakışlarından bahsetmeye çalıştım. Bu insan icraat mevkiinde iken memlekete güzel hizmetler ettiğini ve insanlarımızın büyük bir kısmı ona oy vererek doğrusunu yaptığını anlatmaya çalıştım. Ancak memleketimizde kişilerin Cumhurbaşkanlığı makamına gelince değiştiğini, dolayısıyla bu zatın bu makamda iken ve sonrasında dile getirdiği bazı söylemlerini beğenmediğimizi ve tenkit ettiğimizi söyledim.
Bahsi geçen zatın son zamanlarda söylediklerinin onu bağladığını ve eğer yanlışa düşmüşse, bizim bundan dolayı üzülmemiz gerektiğini, yaptıkları müsbet icraatlarını bir kenara bırakarak onu sadece söylediği yanlış ifadelerle muaheze etmemizin bizi yanlışa götürebileceğini ifade etmeye çalıştım. Zaten artık icra mevkiinde olmadığını, Allah’ın huzurunda, yaptıklarının ve söylediklerinin hesabını vereceğini de ilâve ettim. Sonrasında, toplumun bizim gibi iman ve Kur’ân hizmeti içinde bulunduğunu söyleyenlerden çok daha önemli hizmetler beklediğini ve günlük siyasî çekişmeler konusunda ifrat ve tefritten uzak hareket etmemiz gerektiğini söyledim.
Bu şekilde devam eden kısa bir sohbet neticesinde müsaade alarak dostumdan ayrıldım. İnsanların bakış açıları üzerinde düşündüm. Elimizin altında bulunan ve bizleri ifrat ve tefrit şeklindeki yaklaşımlardan uzak tutan Risâle-i Nur eserlerinden yeterince istifade etmememizin bizleri sıradan insanlar gibi olaylara bakmaya yönlendireceğini bir kere daha anladım.
Bilhassa günümüzün olaylarına tarafgirane yorum getirmekte acele eden insanların çoğunlukla sonradan pişman olduklarını görebilmekteyiz. Yirmi birinci asrın sosyal hayatı içinde o kadar çok silik ve yanıltıcı sözler dolaşmaktadır ki, ölçüler dahilinde olayları yorumlamayanlar sonunda yanıldıklarını anlamaktadırlar.
04.07.2006
E-Posta:
[email protected]
|