Toplumda gözle görülür derecede artış gösteren cinnet vak'aları, her geçen gün yeni bir boyut kazanarak yoluna devam ediyor.
Bu trajik vak'alar, sadece bir tek sebebe dayalı olarak meydana gelmiyor. Bunların, şüphesiz birden çok sebebi var.
Başta işsizlik, fakirlik, yoksulluk olmak üzere, sık sık yaşanan cinnet ve cinayet vak'alarına sebebiyet veren daha başka maddî sebepleri de saymak mümkün.
Ancak, içinde derin acıları barındıran olaylarda, işin bir de "mânevî sebep" boyutu vardır ki, bunun asla göz ardı edilmemesi gerekiyor.
Nitekim, bundan yarım asır evvel haber verildiği gibi, "Dünya büyük bir mânevî buhran geçiriyor."
İşte, bu dehşet verici mânevî buhrandan, ülke ve millet olarak nasibimize düşeni bizler de bir şekilde görüyor ve çekiyoruz.
Günlük ajans ve haber bültenleri, gün geçmiyor ki, milyonlarca insanımıza bu yönüyle de ayna tutmasın, trajik vak'alarla ilgili bilgi ve görüntüleri yansıtmasın.
Yansıtılan bilgi ve görüntüler, pek çoğumuzun canını sıkıyor gerçi. Ama, doğrusunu söylemek gerekirse, asıl can sıkıcı durum, yaşanan hadiselerin gazete sayfalarından veya televizyon ekranlarından topluma yansıtılış biçimidir: Bu, mâneviyattan yoksun, çare üretmekten mahrum, ders ve ibret cihetini nazara vermekten uzak bir yansıtma biçimi; moral değerleri zayıflatan, hatta çökerten bir yansıtma biçimidir.
Yaşanan vak'alar, ne kadar acı olursa olsun, şayet bir ciddiyet tavrı ve sorumluluk duygusu içinde insanlara yansıtılırsa, şüphesiz bundan faydalı bir ders çıkarılır ve dinamik zihinler çare üretme cihetinde çalışmaya yönelir.
Aksi halde, kalp ve kafa midesi bulanır; zihinler, çare olabilecek yöntemlerde bile çatallaşır, ileri gitmekte zorlanır.
Bu genel ölçüleri hatırlattıktan sonra, gelelim "toplumda cinnet halleri"nin nasıl bir seviyede olduğunu gösteren ve bir çeşit gösterge mahiyetini taşıyan bir–iki günlük olaylar kesitine...
Olayların dili
Geçtiğimiz hafta sonu ajans bültenlerine yansıyan ve dünkü gazetelerin çoğunda yer alan birkaç olayın özetini aktaralım.
1) Kendi oğlunu kaçıran baba
Diyarbakır'dan İstanbul'a götürülerek kapkaç yaptırılan oğlunun iki ay boyunca izini süren bir baba, çetin pazarlıklar (!) sonucu evlâdını çetenin elinden kurtarmayı başardı. (Bu arada, kurtarılmayı bekleyen başka çocukların durumunu düşünün.)
Seyyar satıcılık yaparak ailesinin geçimini sağlayan 6 çocuk sahibi baba, aniden ortadan kaybolan 14 yaşındaki oğlunu kurtarmak için verdiği mücadele henüz bitmiş değil. Zira, çocuğu kaçıran kapkaç çetesi, bu kez bütün aile fertlerini tehdit etmeye yönelmiş durumda. Aile, habire adres değiştirerek izini kaybettiriyor.
İşte, bir gösterge mahiyetindeki bu vak'a, cemiyette yaşanan maddî ve ahlâkî buhranın hangi seviyeye ulaştığını, sizce de açıkça göstermiyor mu?
2) Fransız rahip bıçaklandı
Samsun'da bulunan İtalyan Katolik Kilisesinde görev yapan Fransız rahip Brunissen, bir şahsın bıçaklı saldırısına uğradı.
Rahip Brunissen'in, Trabzon'daki rahip cinayetinden sonra "Hayatımdan endişe ediyorum" dediği ifade ediliyor.
Bu arada, saldırgan kişi için "akli dengesi bozuk" ifadesi kullanılıyor.
Böylelikle, yaşanan cinnet hali uluslararası bir boyut kazanmış oluyor.
3) MİT Bölge Başkanı öldürüldü
Milli İstihbarat Teşkilatı Batman Bölge Başkanı İsmet Ünal (41), aynı kurumda sözleşmeli personel olarak çalışan bir kişi tarafından MİT binası içinde tabancayla vurularak öldürüldü.
Katil zanlısının, bu işi "geçirdiği bunalım sonucu" yaptığı ifade ediliyor.
Demek ki, devletin en gizli, en mahrem tutulan bir dairesinde bile cinnet vak'aları yaşanabiliyor.
4) Hırsızlar "Hayat Bilgisi" dersinde
Hırsızlar, iki tv yıldızına ait İstanbul'un en lüks semtlerinden Ulus'taki evine girdi, birine bıçak dayadı ve evi soydu. "Hayat Bilgisi"nin iki oyuncusu Ceyhun Yılmaz ile Paşhan Yılmazer eve giren iki kişi tarafından bıçak zoruyla soyuldu.
Görüldüğü gibi, hırsızlar artık had–hudut tanımıyor ve her şeyi göze alarak mesleklerini icra etmeye çalışıyor.
Bu da, ayrı bir cinnet hali olsa gerektir.
Güven(lik) nerede?
Şu bir kaç misâle bakarak, acaba kim kendini güvende hissedebilir?
Bugün acaba kimin canı, malı emniyet altında bulunuyor?
Maddî tedbirler, elbette lâzım ve elzemdir.
Ancak, istenildiği kadar maddî tedbir alınsın, güvenliği hakkıyla sağlamaya yine de yetmez. Zira, tehlike bazan en güvenilen noktadan, hatta güvenlik korumasından da gelebiliyor.
Demek ki, meselenin en mühim tarafında, manevî tedbir ve manevî koruma unsurları yer alıyor. Bunlar sağlanamadığı takdirde, her türlü maddî güvenlik bariyerini yıkıp geçebilecek kabiliyette olan cinnet ve saldırganlık hallerinin önüne geçmek mümkün olamayacaktır.
İman, ahlâk, fazilet dersi veren Kur'ân kurslarının, imam hatip okullarının elini kolunu bağlayanların, bu eğitim yuvalarını başka maksatlara âlet edenlerin kulakları çınlasın.
Soy–sop deşifresi, yahut sabuklaması
Bizim dört–beş gün süreyle üzerinde durduğumuz ve özellikle Said Nursî ile ilgili bölümler hakkında eleştiride bulunduğumuz Soner Yalçın'ın "Efendi–2" isimli kitabını başka meslektaşlarımız da okudular ve gereken değerlendirmeyi yaptılar.
Bu değerlendirmeleden biri de, usta kalemlerden Ahmet Kekeç'e ait.
Kekeç, dün Yeni Şafak'ta çıkan "Soy sopla kafayı bozmak!" başlıklı yazısında, bizim yazdıklarımızla da büyük ölçüde paralellik gösteren şu ifadeleri serdediyor:
"...Sözü, Soner Yalçın'ın, bir başka merak unsuru olan ve bir önceki kitabına ait satış rekorunu egale edecek yeni kitabı 'Efendi-2'ye getirmek istiyorum.
"'Bu kitap nedir?' derseniz, bir tek cümleyle şunu söyleyebilirim: 'Soy sopla kafayı bozmuş bir araştırmacı-yazarın sabuklamaları.'
"Kitabı, tıpkı bir önceki 'Efendi' gibi bir solukta okudum. Bir sürü bilgi sunmuş bize Soner Yalçın; bir sürü olay, bir sürü neseb kaydı, ancak 'pornografik' merak unsuru olabilecek bir sürü ayrıntı.
"İyi de, bütün bunlardan bize ne?
"Kimin hangi kökene ait olduğu, (varsa) Sabetaycı komplonun nerelere kadar uzandığı, hangi televizyon ünlüsünün esasında hangi tarikat büyüğünün 'sülbünden' geldiği, hangi politikacının kimlere selâm verdiği, selâm verilenin esasında hangi 'soy'dan dönüştürülmüş kişilerle akraba olduğu, kimlerin kimlerle evlendiği, kimlerle ticaret yaptığı, kimlerle aynı uçağa bindiği, kimlerle aynı mekânlarda boy gösterdiği, zahirde bir din aidiyetine yerleştirdiğimiz kişilerin aslında hangi farklı aidiyetten geldiği bilgisi bizi ne ilgilendiriyor!
"Bundan Soner Yalçın'a ne! Bize ne! Türk halkına ne!
"İnsanları, artık soy sop bilgilerine göre mi değerlendireceğiz?
"Hem bakalım deşifre (!) edilenler, kendilerine yakıştırılmak istenen kimliği kabulleniyorlar mı, 'Aman ne iyi, ben kendimi Müslüman sanıyordum, ne mutlu ki atalarım bir başka dindenmiş!' diyorlar mı?"
04.07.2006
E-Posta:
[email protected]
|