Neredeyse ağzından çıkanı kulağının duyması gereği olmayan bir ülke hâline geldik. Böylesi bir ortamda kavramların birbirine karışması da son derece normal… Lügatlerin anlamının kalmadığı, “ben böyle tanımlıyorum!” yaklaşımının “güç” ile süslenip kabul gördüğü günlerde yürüyoruz… Hep birlikte…
Siyasetle içli-dışlı olanların bolca iltifat ettiği “yobaz”, “ilerici-gerici” gibi kavramların da anlamları kaymış durumda… Bu tanımlar ağızdan çıktığında ya da bir dergi ya da gazete sayfasına düştüğünde hemen herkes belli insanları, belli grupları anlıyor… Adeta; bazı şehir isimlerini sayıp, “oradan adam çıkmaz!” kararı gibi. Ya da bazı şehirleri yüceltmekte kullandığımız; “oranın insanları çok dindardır!” veya “oranın insanları Atatürk ilke ve inkılâplarına sonuna kadar bağlıdır!” gibi…
Oysa bir şehrin bütününün bu kadar keskin kalıplara girmesi ne mümkün… Tıpkı milletler gibi!
Bugün bizim için dünyada kullanılan tanımlar nelerdir ve söz konusu tanımlar ülke nüfusunun yarısını olsun temsil edebilir mi?
“Hırsız”, “çapkın”, “demokrat”, “kültürlü”, “görgüsüz”, “kibar” v.b. sıfatlarla anılan ülke insanlarıyla karşılaştığımızda niye şaşırıyoruz çoğu kez… Çünkü o tanım vardır, ama olsa olsa en iyi hâliyle geçmişi tanımlıyordur ve çoğunluğu tanımlıyordur… Geneli değil!
Türkiye’nin yıllarca “sağ-sol” kavgası yaptığını da unutmayalım bu arada…
Geçenlerde bir köşe yazısında, CHP’nin dışında bir partiye izin verirken Mustafa Kemal’in; “kurulacak parti CHP’nin solunda olmalı!” dediğinin yazıldığını anlatıyordu kafası karışmış bir CHP’li dost! “Yılların CHP’lisi olarak meğer biz sağcıymışız temelden…” diyordu…
Eeee… Bilimsel çabaya saygı göstermeyip, siyaseti de kahvehane ağzıyla yapmayı marifet belleyince, bu sonuç da kaçınılmaz oluyor elbette… En azından 60’lı yılların ortalarında ortaya çıkıp, mealen; “Türkiye’de ‘sağ’ olarak anılanlar, aslında her türlü yeniliğe, gelişmeye, çağdaşlığa açık son derece ‘ilerici’ insanlardır… Siyasetçisi de köyündeki çiftçisi de böyledir. Türkiye’de ‘sol’ olarak anılanlar da aslında her türlü yeniliğe, gelişmeye, çağdaşlığa kapalı, son derece ‘gerici’ insanlardır.” uyarısını tarihe not düşen İdris Küçükömer’i üniversiteden uzaklaştırmak yerine dinleseydi siyasilerimiz ve kültür çevrelerimiz… Belki daha sağlam ve farklı bir zeminde tartışarak geçirirdik son 40 yılımızı… Havanda su döverek değil!
Rahşan hanımgillerin gericiliği!
Yukarıdaki girişten sonra şimdi daha net anlaşılabileceğim umuduyla son 1–2 haftaya damgasını vuran bir çıkıştan bahsetmek istiyorum…
Malum… Eşi Bülent Bey hastahane köşesinde cihazlara bağlı bir şekilde nefes alıp vermeyi sürdürürken, önce –basına yansıyan biçimiyle- iktidara karşı bir “cephe” oluşturmak üzere yola çıktı Rahşan Hanım… “Cephe” oluşturma çabasının yeri ve zamanı olup olmadığında değilim… Zaten kısa süre sonra gördük ki bütün siyasi partileri tek cephede birleştirmek istiyormuş Rahşan Hanım! Onun için ilk fırsatta AK Parti’yi de ziyaret edecekmiş… Demek ki ortalıkta “Üçüncü Adam” yakıştırmaları dolaşıyorken, Rahşan Hanım da “Tek Parti/Cephe” hayaline düşmüş… Eh!
Ya Türkiye’nin işgali ile ilgili iddialarına ne demeli Rahşan Hanımın… İnanılmaz bir Türkiye fotoğrafı bence!
Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün hafta içinde, “İçime Bir Kurt Düştü” başlıklı yazısında, DSP’nin kurucu genel başkanı Rahşan Ecevit’le yaptığı görüşmede dinlediklerini yazması tam da başından beri anlatmak istediklerimin örneğiydi. Özkök yazısında Rahşan Ecevit’e iddialarıyla ilgili belge sorduğunu ve “Belge yok ama bilgiler güvenilir” cevabını aldığını da yazdı… İşte “belge”siz ama “güvenilir bilgi”lere dayalı siyasetin iddialarından küçük bir demet: “ Bütün Trakya’yı Yunanlar satın aldı. Yunanistan Ege adalarını silâhlandırmıştı. Şimdi bu adaların karşısındaki bütün sahilleri Yunanlar satın alıyor. Biz adalar silâhsızlansın derken topraklarımız elden gidiyor.
GAP’ı Yahudiler alıyor. Bütün topraklar kapatıldı. Şimdiki kadastro müdürü söylemiyor. Ama bundan önceki gelip bize anlattı.
Ani harabelerinin etrafını İngilizler satın alıyor. Türklerle ortak şirket kuruyorlar. Sonra Türkler hisselerini İngilizlere devrediyor. Hükümet de onlara büyükelçilik statüsü veriyor. Yarın oralarda savaşa girecek olsak ne yapacağız? Oraları İngiliz toprağı olmuş.
Orta Anadolu’yu Türk Yahudileri İsrailli şirketler adına alıyor.
Kuş Cenneti’nin etrafını da yabancılar almış. Orası da elden gitmiş.
Bankalarda cam vitrinlerin arkasında, müdürlerin bulunduğu bölmelerde hep kadınları görürdüm. Kadın müdürler daha iyidir. Ama son zamanlarda bakıyorum, hep erkekler var.”
Şimdiiii… Buradan hemen başa dönüp tekrar buraya gelin bence… Ve devam edelim…
Rahşan Hanımın, 2006 yaz sıcakları bastırmışken iddia ettiği bu görüşleri 20–30 yıl öncesinde dile getirenler olurdu da… Ya “dinci” damgası yerdi iddia sahibi ya da “faşist” damgası… Biri/leri ortaya çıkıp da; “Türkiye işgal ediliyor ufak ufak… Hükümet uyuyor mu? Devlet nerede?” diyenlere ortak olarak “gerici” derlerdi o zamanlar…
Peki, kimler hangi düşüncede olanlar derdi bu sözleri? Genelde CHP’liler, Cumhuriyet gazetesi ekseninde bilgilenenler ile Bülent Ecevit ve yandaşları söylerdi… Kadere bakar mısınız?
Bugün, 30–40 yıl öncesinin iddia sahiplerinin kendileri değilse de kardeşleri, evlâtları veya öğrencileri, aklınıza gelebilecek her alanda “liberal ve global” düşüncenin gereğini yerine getirmek için bazen kantarın topuzunu da kaçırırken… 30–40 yıl öncesinde suçladıklarının diyaloglarına ilâveler yaparak meydanlara çıkanlar ise “ilerici”liği de kimselere vermeye yanaşmıyorlar… Hâlâ!
Olan da bu sıcakta bizlere oluyor… Kavramların ardındaki anlamları anlayacağız diye kafayı sıyırıyoruz ufak ufak!
Bu sıcaklarda ve bu nemli ortamda… Aman sağlığa dikkat!
09.07.2006
E-Posta:
[email protected]
|