Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 08 Temmuz 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

M. Latif SALİHOĞLU

'Yunanlı kardeş'e düşman olmuş Ecevitler



Sağlı–sollu ittifak çabaları fiyaskoyla neticelenen DSP'nin kurucu genel başkanı Rahşan Ecevit, öyle anlaşılıyor ki, pes etmeye hiç niyetli değil.

Hatta, cepheyi daha da büyütme hevesinde olduğu bile söylenebilir.

Baksanıza, ona göre "karşı cephe"nin içinde sadece AKP yok artık.

Rahşan Hanımın "belgesiz bilgiler"ine göre, yeni cephenin içinde Türkiye'yi işgale yeltenen Yunanlar, İngilizler ve Yahudiler var. İşgale yeltenmek ne kelime efendim, bu dış güçler, Türkiye'yi basbayağı işgal etmişler de, bizlerin bundan haberi yokmuş. Yaaa!..

İnanmayan varsa, alsın önüne koysun, okusun Hürriyet, Milliyet, Posta gazetelerindeki konuyla ilgili yazıları.

* * *

Geçen günlerde Hürriyet'i ziyaret eden Rahşan Ecevit, bu gazetenin genel yayın yönetmenine "Türkiye işgal altında" demiş ve eklemiş: "Trakya'yı Yunanlar, GAP'ı Yahudiler, Ani harabelerinin etrafını da İngilizler alıyor."

Hürriyet'in Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, "İçime bir kurt düştü" başlıklı yazısında (06 Temmuz) ifade ettiğine göre, Rahşan Hanım "Belge yok; ama bilgiler güvenilir" diyerek şunları söylemiş: "Bütün Trakya'yı Yunanlar satın aldı. Yunanistan Ege adalarını silâhlandırmıştı. Şimdi bu adaların karşısındaki bütün sâhilleri Yunanlar satın alıyor. Biz, 'adalar silâhsızlansın' derken, topraklarımız elden gidiyor."

Rahşan Hanımın Türkiye'nin işgal altında bulunduğuna dair iddiaları bu minval üzere sürüp gidiyor. Ki, hakikaten bu sözler onun üslûbuna tam uygun düşüyor. Hatırlarsınız, geçen sene de şöyle bir söz söylemişti: "AB'ye girelim derken, dinimiz elden gidiyor."

Şimdi de şunu söylüyor: "Biz, 'adalar silâhsızlansın' derken, topraklarımız elden gidiyor."

Gördüğünüz gibi, üslûp tıpatıp aynı... Ne var ki, yarım asırdır birlikte siyaset yapan karı–koca Ecevitler'in din ve vatan konusundaki hassasiyetlerinin ne merkezde olduğunu bir türlü öğrenemedik.

Zira, Kur'ân kursları ve imam hatip okullarının mâruz kaldıkları en sıkıntılı muamele, Ecevitler'in partisi DSP'nin devr-i iktidarında görüldü.

Keza, başörtülü öğrenci ve memur kıyımı aynı süreçte yaşandı.

Hele hele, halkın hür oylarıyla Meclis'e giren Merve Kavakçı'nın başına gelen o kahredici bed–muamele de, doğrudan doğruya Ecevitler'in saldırı niteliğindeki kışkırtmalarıyla ateşlendi.

Şahidim vardır ki, o gün, o hengâmede şunları söyledim: "Başörtüsü düşmanlığını son raddeye tırmandıran ve hakaretli saldırılarla milletin inanç ve iradesine meydan okuyan bu zevat, şu dünyadan rahatça gitmez, gidemezler kanaatindeyim. Öte tarafını ise, zaten Allah bilir."

* * *

Bütün bunlar bir yana, bir zamanlar Yunanlıya kardeş olduklarını söyleyen bu karı–koca Ecevitler değil miydi?

Sanırım, Ecevit'in yıllar önce yazdığı "Türk–Yunan şiiri"nin bazı mısraları belleklerde tazeliğini halen koruyordur.

DSP'nin kurucu başkanı Rahşan Hanım, Yunanlıların bugün Trakya ile birlikte Ege sâhillerini de işgal eden "sinsi düşman" olduklarını ilân ededursun, biz dönelim aynı partinin genel başkanlığı yanı sıra bu ülkede başbakanlık da yapmış olan Bülent Ecevit'in bir zamanlar Yunanlıyı kardeş ilân eden o meşhûr şiirinden bazı mısralar aktaralım.

İşte, 1976'da basılan 'Elele Büyüttük Sevgiyi' isimli kitabında yer alan Ecevit'in 'Türk-Yunan Şiiri'nden bazı mısralar.

Sıla derdine düşünce anlarsın,

Yunanlıyla kardeş olduğunu.

Bir Rum Şarkısı duyunca gör,

Gurbet elde İstanbul çocuğunu.

Bir soyun kanı olmasın varsın,

Damarlarımızda akan,

İçimizde şu deli rüzgâr,

Bir havadan.

Önce bir kahkaha çalınır kulağına,

Sonra Rum şiveli Türkçeler,

O Boğazdan söz eder,

Sen rakıyı hatırlarsın.

Yunanlıyla kardeş olduğunu,

Sıla derdine düşünce anlarsın.

Buna göre, şimdi biz hangi Ecevit'e, ya da Ecevitler'in hangi sözüne inanalım? Hani, bir kararda dursalar bari diyoruz: Yunanlıya kardeş miyiz, düşman mıyız, neyiz biz?

* * *

Türkiye'nin işgal olduğu iddiasında bulunan Rahşan Ecevit'in sözleri karşısında Ertuğrul Özkök şu itirafta bulunuyor: "İtiraf edeyim, en uçuk komplo teorilerinde bile bunları işitmemiştim."

Aynı konuya değinen M. Ali Birand ise, "Özkök, Rahşan Hanımı dinlerken hayretler içinde kalmış. Benim ise Özkök’ün yazısını okurken ağzım açık kaldı" diyor ve yazısının sonuna şu tavsiyede bulunuyor: "Bence Rahşan Hanım, ya bu uçuk komplo teorileriyle insanları yanıltmaktan vazgeçip, vaktini eşine bakmaya harcasın, ya da kendini bir doktora göstersin. Medya da bu tip uçuk ittifak arayışlarını ciddiye almamayı öğrensin."

Tavsiyeler, temenniler hiç de fena değil. Dolayısıyla, "Al bizden de o kadar" diyerek yazımızı noktalıyoruz.

Günün Tarihi

Radyoda Kur'ân tilâveti

8 Temmuz 1950: Türkiye radyolarında ilk kez Kur'ân-ı Kerim okunmaya başlandı.

Bu tarihten evvel, Türkiye sınırları içinde sadece Kur'ân-ı Kerim değil, Ezan-ı Muhammedi'nin (asm) okunması dahi yasaktı.

Bu yasak uygulaması o derece ile safhaya götürülmüştü ki, bırakın ezanın cami minaresinden okunması, cami içinde gizlice, yani yavaşça okunmasına dahi müsaade edilmiyordu.

Meselâ, cami içinde sadece cemaatle namaz kılmak için gelenlerin duyacağı şekilde okunan ezan ve kamet şekline dahi müdahale ediliyordu.

Nitekim, böylesi bir vak'a 1932 senesinde Barla'da yaşandı. Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin gidip cemaatle namaz kıldığı bir mescide, jandarma tarafından baskın yapıldı. Orada müezzinlik yapan Şemî Güneş'le birlikte iki–üç kişi daha derdest edilerek Eğirdir Hapishanesine götürüldü. Bu mazlûmlar orada falakaya yatırılarak işkenceye çektirildi. Ardından, bundan böyle Arapça ezan ve Kur'ân okumamaları yönünde telkin ve hatta tehditlerde bulunuldu.

Yine aynı dönemin canlı şahitlerinden, bizzat görüştüğümüz 1913 doğumlu Hüseyin Bülbül, Barla'da çocuklara Kur'ân dersi veren Üstad Bediüzzaman ve talebelerinin defalarca karakola şikâyet edildiklerini, mani olamayınca da bu kez onlara iftira edilmeye başlandığını ifade etti.

İşte, Kur'ân-ı Kerim'in Muhammedî ezanla birlikte yasaklanması bu tarihlerde (1932) başladı ve bu emsâlsiz yasak tam 18 yıl devam edip gitti.

Türkiye radyolarından Kur'ân-ı Kerim'in okunması, bundan 56 yıl önce bugün gerçekleşti. Kur'ân sesine hasret kalmış mü'minler, tâbir câizse, o gün sevinç gözyaşlarına boğuldu.

08.07.2006

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (04.07.2006) - Toplumda cinnet halleri

  (03.07.2006) - Nakil ve defin belgeleri

  (01.07.2006) - Asılsız iddialara kaynağından cevaplar (4)

  (30.06.2006) - Asılsız iddialara kaynağından cevaplar (3)

  (29.06.2006) - Asılsız iddialara kaynağından cevaplar (2)

  (28.06.2006) - Asılsız iddialara kaynağından cevaplar (1)

  (26.06.2006) - Ne okuyalım?

  (24.06.2006) - Ecevitler'den geriye kalan

  (23.06.2006) - Yanlıştan gerçeğe doğru

  (22.06.2006) - Meçhûl mezar

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahaddin YAŞAR

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004