Utanç veren haberi hep birlikte izledik ana haber bültenlerinde:
Manipüle edilmiş hisse senedinden kazanç sağlayan köşe yazarları, belli bir oranda yükseltilen hisse senedinin daha da yukarılara çıkması için “olumlu yazılar” yazıyormuş.
Yuh!
Vurguncu köşe yazarları açıklanmalı. Borsa çetesi deşifre edilmeli.
Gerçi, Şişli Cumhuriyet Savcısı Mecit Ceylan’ın yürüttüğü operasyonda, zanlılar hakkında haksız kazanç elde edilen parayı akladıkları iddiası ile soruşturma başlatılmış.
Yetmez, ekrana çıkarılıp afişe edilmeli.
Adamların çalışma yöntemine bakar mısınız:
Aralarında toplanıyorlar... Hangi hisse ile oynanacağına karar verildikten sonra, milletvekili, mafya üyeleri ve bürokratların bulunduğu kişilerden para topluyorlar.
Şebeke, toplanan paranın ardından düşük fiyattaki hisse senedini almaya başlıyor. Belli bir seviyeye çıkan hisse senedinin kendi aralarında dolaşımı sağlanarak çetenin bir müddet sonra yapacağı satış işlemlerini kolaylaştıracak sun'i piyasa oluşturuluyor.
Şebeke bu operasyonu yaparken ekonomi dünyasındaki köşe yazarları ile de temasa geçiyor. Onlarla birlikte “soyguna” ortak oluyor... Köşe yazarları belli bir oranda yükseltilen hisse senedinin daha da yukarılara çıkması için kağıtla ilgili olumlu yazılar yazıyor. Çete, hisse senedinden elde edeceği kazancı arttırıyor.
Sonra? Paralar cepte. Modern soygun böyle oluyor.
Bu soygunu oluşturan süreç, bir kısım medyanın “manipüle” haberlerle gündemin ateşini nasıl yükselttiğini hatırlattı bana.
28 Şubat’ı kim unutur?
Mevcut hükümeti parçalamak için harekete geçen güçler önce “medya”yı kullandı.
Gazeteler her gün hükümeti yıpratan yazılar yazıyor, nokta atışların yanı sıra, koca manşetlerle topa tutuyordu.
Medya, Susurluk kazasının hükümetle hiçbir ilgisi yokken bile “Refahyol”a bağladı, töhmet altında bıraktı.
Susurluk için başlatılan “Bir Dakika Aydınlık” kampanyası müthiş bir fırsattı medya için... İş çığırından çıktı ve iş sadece hükümet aleyhtarlığı değil, aynı zamanda “laiklik” gösterisine dönüştü. Artık sokaklar “şeriat istemiyoruz” diyen “laik yobaz”lardan geçilmiyordu. Askere “gel, daha ne duruyorsun” diye çağrıda bulunan manşetler “sıradan” sayılıyordu.
Ateş yükseldikçe yükseltildi.
Medya-iş dünyası-asker üçgeni “doğal ittifak” oluştururken, “yargı” askerin “brifing”leriyle Voltran’ı oluşturdu.
Sonra? Malûm... 28 Şubat’tan sonra tansiyon aniden düşüverdi.
Gazete yazarları “asker türküsü” söylerken, şimdi hepsi “demokrasi kahramanı” kesiliverdi.
Peki, “manipüle haber” yapan ekonomi yazarları borsayı dolandırırken, sahtekâr oluyor da... Türkiye’nin canına okuyan 28 Şubat’ı yere göğe sığdıramayan anti/demokrat yazarlara ne demeli?
İSLÂMI YAŞAMAK
Dünya Kupası’nda Fransa sürpriz yaptı.
Fransız oyuncu aynı zamanda Galatasaray’ın eski futbolcusu Ribery’nin sözleri tarihe geçecek cinsten: “İmanla başarıya ulaştım” diyor.
Hatta, bu yıl “Hacca gitmek istiyorum” diyerek, samimiyetini ortaya koyuyor.
“İslâm benim gerek sahanın içinde ve gerekse dış dünyamdaki düşünce ve hareket kaynağım. Söz verdim, Dünya Şampiyonu olursam Hacca gitmek istiyorum” diyor.
Bir ünlü daha “İslaâmı” yaşayanlardan.
Önceki gün Harbiye Açıkhava’da konser veren cazcı Camal.
Televizyon ve gazeteler Camal’in entellektüel kişiliğiyle ilgilendi daha çok. “İslâmî” boyutunu görmezden geldi.
1958’de yayınladığı bir albümüyle 108 hafta listelerde kalan ünlü cazcı, 21 yaşında Müslüman olmuş, “İslâm felsefesini 21 yaşımda öğrenmeye başladım. Şunu unutmayın lütfen, 21 yaşında Müslüman olmadım. Herkes gibi ben de zaten Müslüman doğdum” diyerek doğru bir tanım yapıyor.
“Yoğun programınız içinde ibadetinizi yapıyor musunuz?” sorusuna:
“Elbette… Hiç zor değil. İbadet etmek hayatımı kolaylaştırıyor. Farz ibadetlerim dışında her gece teheccüt namazına kalkarım. İnsan sorumluluklarını unutturan tembellik. Tembel olursanız bahane çok. Ama dinimiz zorluk dini değil. Hele siz İstanbul’da bu kadar caminin arasında hiç bahane aramayın.” (Zaman)
Onlar “İslâmı” yaşamaya özen gösteriyor...
Bizimkilere ibret verircesine.
07.07.2006
E-Posta:
[email protected]
|