İran’ın nükleer silâh üretme çalışmaları, başta Amerika olmak üzere ‘diğer’ ülkelerin tepkisini çekiyor. Amerika sadece sözlü tepki göstermekle de kalmıyor, İran’ı ‘yola getirmek’ için zor kullanabileceğini de söylüyor.
İran ise, “Nükleer silâh üretmek benim de hakkım” diyor ve çalışmalarını aksatmadan devam ettireceğini ilân ediyor. Bu tartışma, elbette çok su götürür. Ama tartışmadaki büyük hata, Amerika’nın. Çünkü Amerika, nükleer silâh üretme ve bulundurma hakkının sadece kendisinde ve kendisinin müsaade ettiği ülkelerde olacağına inanıyor ki buna dünyayı inandırması mümkün değildir.
Herkes biliyor ki, en büyük nükleer silâh deposu İsrail’dir. İsrail, bu konuda çalışan uluslar arası kuruluşların çağrılarını duymuyor ve dinlemiyor. Tabiî bu listeye Hindistan, Çin ve Kuzey Kore’nin yanı sıra başka isimler de ilâve edilebilir. Amerika, İsrail’in silâhlanmasına göz yumduğu ve hatta desteklediği sürece, başka ülkelere ‘Sen silâhlanma’ demekle haklı olabilir mi?
Dünyada kalıcı barış isteniyorsa, ülkeler arasında da ‘adalet’ hükmetmelidir. “Ben güçlüyüm, benim dediğim olacak” tavrı yanlıştır. Bu demek değildir ki bütün ülkeler silâhlansın! Aksine, silâhlanmanın bir çözüm yolu olmadığı bilinmeli ve bu yola tevessül edilmemelidir. Silâhlanmaya ayrılan paralar, dünya insanlarının huzur ve refahı için harcanabilmiş olsa, ‘açlık’tan ölen insan kalır mıydı?
Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Muhammed El Baradei, İran ile Amerika arasında yaşanan ‘nükleer kriz’in çözümünde Türkiye’nin önemli rol oynayabileceğini söylemiş. Baradei şöyle konuşmuş: ‘’Bence Türkiye’nin eşsiz bir durumu var. İran ile komşusunuz, Müslüman bir ülkesiniz, Ortadoğu ve İran’la yakın tarihi ilişkileriniz olduğu gibi, Batı ve ABD ile de yakın ilişkileriniz var. NATO üyesisiniz. Bu ülkelerin hangi noktada durduğunu çok iyi anlayabilir, onları müzakere masasına getirmek için önemli bir rol oynayabilirsiniz.’’ (AA, 6 Temmuz 2006)
Prof. Dr. Yunus A. Çengel, silâhlanmayla ilgili yaptığı bir değerlendirmede, “Müslüman, kimyasal silâh kullanamaz” demişti. 7. Bediüzzaman Sempozyumunda sunduğu tebliğde bu görüşünü dile getiren Çengel, daha sonra Yeni Asya’ya yaptığı açıklamada bunu şöyle izah etmişti: “Son 20-30 yıldır dünya bir vicdanlaşma sürecine girdi. Maddenin hâkim olduğu vicdanlar sıkılmaya ve yavaş yavaş uyanmaya başladı. Şu anda milletlerin çoğunda, görmediğimiz en etkin silâh vicdandır, yani kamu vicdanıdır. Kamu vicdanına aykırı olan şeyler kabul görmez ve kamu vicdanına aykırı işler yapmak kolay kolay mümkün değil. (...) Kaba kuvvet devri geçti. Şimdi medeniyet devri başlıyor ya da başladı. İnsanlık vicdanı her şeye muazzam bir engel teşkil etmeye başlıyor. Şu anda vicdanı arkasına alan, insanların sevgisini ve desteğini yanına alan en kuvvetli insandır. Yoksa parası çokmuş, silâhı çokmuş; bunların kuvvetli olduğu dönemler geride kaldı. Bunu iyi okumak lâzım.”
Dünya ülkeleri ‘adalet’ ve ‘vicdan’la hareket etmeye başladığı gün, silâhlanma tartışmaları sona erer ve silâha harcanan paralar ‘hayırlı işler’e yönelir. Bu temenniye ‘ütopya’ diyenler de olacak elbette. Ama biz, ‘vicdan’ların kazanacağını düşünüyoruz...
07.07.2006
E-Posta:
[email protected]
|