Türkiye’nin görülmek istenmeyen sıkıntılarından biri de, bürokrasinin hantallığıdır. Devletin işleyen eli, gören gözü olması gereken bürokratlar—iyileri her zaman için müstesna—genellikle millete uzak durmalarıyla bilinirler. Devletten aldıkları ‘güç’ü, şahsî güç gibi anlar ve öyle de muamele ederler.
Çizdiğimiz bu ‘çerçeve’ye sığmayan ve gerçekten hakla birlikte, halkın içinde olan bürokratlar tabiî ki vardır ve bunlar hemen çevrelerinde temayüz ederler. Ama böylelerin sayısı ne yazık ki yeterli değildir.
Bürokrasinin halktan uzaklaşmasında, geçmişte yaşanan ‘tek parti dönemi’ büyük rol oynamıştır. İş başındaki ‘tek parti’ halkın taleplerine kulak tıkayıp, bürokrasinin de böyle olmasını isteyince, devlet-millet arasındaki bağ maalesef zayıflamış, bazı zamanlarda da kopma derecesine gelmiştir. “Öyle değil” diyenler var ise, ‘tek parti’ dönemine bir de bu gözle baksınlar...
Bu konuda en büyük görev, il ve ilçelerde ‘devlet’i temsil eden vali ve kaymakamlara düşüyor. Vali ve kaymakanların bir şekilde halkla kucaklaşması ve onlarla her zaman diyalog kurabilmesi gerekir. İsimlendirmeye gerek yok, ama tabiî ki bunu başaran vali ve kaymakamlar vardır. Temennimiz, bunların sayısının artması ve diğer bürokratlara da örnek olmasıdır.
Tabiî ki bütün sorumluluğu vali ve kaymakamlara yüklemek haksızlık olur. Devletin bütün kurum ve kuruluşlarında görev yapanlar, o makam ve mevkide ‘halka hizmet için’ bulunduklarının farkında olmalıdırlar. Bu da ‘laf’ ile değil, icraatla ortaya konulur. En küçük işler için, “Bugün git, yarın gel” sözüyle karşılaşan vatandaşın, bürokrasiden şikâyet etmeye hakkı yok mudur?
Son zamanlarda hükümetin de bürokrasiden şikâyet ettiğini duyuyor ve görüyoruz. Bürokrasinin, hükümetin çalışmalarını sekteye uğrattığı doğrudur, ama ‘tek başına iş başına’ gelen bir hükümetin ‘Bürokrasi direniyor’ diye şikâyete hakkı var mı, o da ayrı bir konu. Ki, Mehmet Barlas, “AKP’nin bürokrasiden şikâyete hakkı yok” demekte haklı... (Yeni Asya, 26 Haziran 2006)
Başbakan R. Tayyip Erdoğan, daha önce de bürokrasiden şikâyet ediyordu, ancak son şikâyeti bürokratları rahatsız edebilir. Erdoğan, İstanbul’da düzenlenen bir toplantıda yaptığı konuşmada; ‘’Artık bazı gerçeklere inanmıyorum. Ülkemde de bütün bürokratlarıma, valilerime, kaymakamlarıma onu söylüyorum: Eğer masanızdan bu ülkeyi yönetiyorsanız, bu ülkeye hizmet etmiyorsunuz, ihanet ediyorsunuz. Niye? Bir vali masasında oturmayacak, bulunduğu ilin bütün ilçelerini, köylerini gidip dolaşacak. Benim vatandaşım nasıl yaşıyor, gidip bunu yerinde görecek. Okulların, hastanelerin durumları nedir, gidip yerinde görecek. Yoksa gel masada otur, oradan aç telefonu talimat ver. Bununla uygulamayı göremezsiniz, netice alamazsınız.’’ (AA, 26 Haziran 2006)
“Masada oturarak il/ilçe/ülke yönetmek” elbette mümkün değil. Ama bu güne kadar çoğunlukla böyle yapıldı. Bu vesile ile bir ‘hatıra’yı aktarmak istiyorum. Geçen yıl ‘sila-ı rahim için’ bulunduğumuz ilçenin kaymakamını ziyaret edip, köyümüze davet ettik. Sağ olsunlar, ‘masada oturan bir kaymakam olmadığı için’ davetimize icabet etti. İlçenin belediye başkanıyla birlikte köyümüze geldi, komşularla sohbet etti, ‘ayran’ içip, ‘muhlama’ yedi. Sadece ‘olağanüstü hal’ zamanlarında (yani; yangın, sel vs.) köye kaymakam geldiğini bilen vatandaşlar, ‘olağanüstü hal olmadan’ köye bir kaymakam ve belediye başkanının gelmesine çok sevindiler. Neredeyse bir yıl boyunca memnuniyetlerini dile getirip, adı her anıldığında kaymakamla ilgili memnuniyetlerini dile getirdiler.
Evet, başta vali ve kaymakamlar olmak üzere bütün bürokratlar ‘halk’a inmeli...
27.06.2006
E-Posta:
[email protected]
|