Duânın mahiyeti incelendiğinde ibâdetin, kulluğun özü olduğu görülür. Hadîslerde duânın ibâdetin özü, ibâdetin ise duâdan ibaret olduğu işlenir. Kezâ, Allah’a inanarak duâ etmemiz gerektiği vurgulanır. Ona duâdan daha iyi ikram edilmiş başka bir şeyin olmayacağı belirtilir. Kul elini kaldırdığında onu boş çevirmekten Allah’ın haya edeceği ve duâya ehemmiyet vermeyen gafil kalbin duâsına cevap verilmeyeceği ifâde edilir.
Yine, duâhanların üstadı, “İnsanların en âcizi, duâdan âciz olandır. En fazîletli ibâdet, duâdır. Allah katında duâdan daha değerli bir şey yoktur. Allah ısrarla duâ edenleri sever;”1 “Allah katında duâdan daha şerefli bir şey yoktur”2 der. Tirmizî’de yer alan bir başka hadîste de, duânın ibadetin ta kendisi olduğu beyan edilir.
Duâ, insanı Rabbine yaklaştırır. “Gözden ırak olan, gönülden de ırak olur” hakikatince, duâ etmeyince, Rabbimizin rahmet, yâni, sevgi, acıma ve yardımından mahrum kalırız.
Peygamberimiz (asm), en yüksek kulluk makamında, her işinde, her hareketinde besmele ile birlikte duâlar ederek, hâl/davranış diliyle de duâda rehberimiz, önderimiz olmuştur.
Şu halde duâ; fıtrî, tabiî bir ihtiyaçtır. İhtiyacın karşılanması ise, mutluluktur. Tıpkı, açlığın giderilmesinden alınan haz gibi. Bu lezzet; merhameti, şefkati, yardımı, sevgisi, kudreti sonsuz olan Hâlıkımıza sığınıp güven duymanın lezzetidir.
Hemen hergün veya her saat, endişe, üzüntü, keder, sıkıntı veya çeşitli darbelere maruz kalırız. İşte, bu zamanlarda Allah’a yalvarır, problemimizin giderilmesi için duâ ederiz. Ne var ki, çoğu zaman da unuturuz. İşte böyle bir nankörlüğe düşmemek için Kur’ân bizi uyarır:
“İnsana bir darlık dokunduğu zaman yanı üzere yatarken, otururken yahut ayakta bize yalvarır, ama biz onun sıkıntısını giderince sanki kendisine dokunan bir darlıktan ötürü bize hiç yalvarmamış gibi hareket eder. İşte aşırı gidenlere yaptıkları iş böylesine süslü gösterilmiştir.”3 “Onları gölgeler gibi dalgalar sardığı zaman dîni yalnız kendisine has kılarak Allah’a yalvarırlar. Fakat o, onları kurtarıp karaya çıkarınca içlerinden bir kısmı orta yolu tutar. Zaten bizim âyetlerimizi nankör gaddarlardan başkası inkâr etmez.”4
Onun sevgisini kazanmak için duâ etmemiz icap ettiği gibi, azabından sakınmak için de duâ etmeliyiz. Çünkü, Cenâb-ı Allah buyurmuştur ki: “Kim bana duâ etmezse ona gadab ederim.”5 Zîrâ bu hal ya gafletten, kibirden, ya nankörlükten veya Onun azametini kavrayamamaktan ileri gelir.
“Ana ve babaya iyilik ömrü artırır. Yalan söylemek rızkı noksanlaştırır, duâ kazaya siper olur.”6
Kur’ân’da “duâ” kelimesinin 212 kez geçmesi; bize insânî vasfı kazandıran en önemli ibâdetlerden olduğunu gösterir. Allah’ın en güzel isim ve sıfatları Esmâ-i Hüsnâ öğretilirken, Onun her mekânda hazır ve nazır olduğu, her istek sahibinin taleplerini karşıladığı, duâ eden herkese cevap verdiği nazara verilir. Meselâ, O; “el-Mucîb” yâni, Kendisinden isteyenlerin ve yalvaranların isteklerine cevap veren; “el-Vekîl”, şartlarına riâyet ederek işlerini kendisine bırakanların işini düzeltip, onların yapabileceğinden daha iyi sonuçlandıran; “el-Mü’min”, gönüllerde imân ışığı uyandıran, kendine sığınanlara güvende yaşama vesikası verip onları koruyan, gözetleyen; “el-Müheymin”, mahlûkatını gözetleyip muhafaza eden; “el-Velî”, iyi kullarına dost ve yardımcı olan; “es-Samed”, yâni, Kendisinin hiçbir şeye muhtaç olmayıp, herkesin ve her şeyin Ona muhtaç olması; “Vehhab” herkese her şeyi hibe eden; “Rezzak” canlı-cansız herkesin her şeyin rızıkını veren; “Kerim”, ikram eden; “Cevad”, cömert olan; “Muhsin”, ihsan edendir. Her mü’minin, Esmâ-i Hüsnâ’yı, mânâlarıyla birlikte ezberleyip, müzâkere ve mütalâa etmesi; atomdan galaksilere kadar her varlıktaki tecellîleri okuyabilmesi haz ve lezzet kaynağıdır. Zîrâ kim; yaratıcısı, kâinatın Sultanı ile konuşmaya can atmaz? İşte duâ, âlemlerin Rabbi ile bir diyalogdur.
Dipnotlar:
1- Câmiü’s-Sağîr, Hadîs No:, 1145, 1129, 7602, 1876; 2- Tirmizî, Daavat,1; İbn Mace, Dua,1; 3- Kur’ân, Yunus, 12; 4- Age, Lokman, 32; 5- İbn Mâce, Duâ, 1; İbn Hanbel, 3/477; 6- Buhârî, Mevâkîtü-salât, 5; Müslim, İmân, 137; Ebû Dâvud, Edeb, 130; Tirmizî, Salât, 13; Neseî, Mevâkît, 51; İbn Mâce, Edeb, l.
27.06.2006
E-Posta:
[email protected]
|