Her insan bir tohumdur. Nasıl tohum görünüşte mini minnacık bir tahta parçası gibiyse, insan da sonsuz kâinatta bir toz zerresi bile sayılamayacak kadar küçüktür. Ama tohumun, içinde harika bir ağacı saklaması gibi, duyuları ve duygularıyla bütün bir âlemi yüreğinde saklar insan.
Dünya onun toprağıdır. Sonsuz bir şefkatle bırakılmıştır bu toprağa. Zahiren karanlık, dar ve rahatsız bir yerdir burası. Musibetlerin, hastalıkların, sıkıntıların gelip onu bulduğu; her birinin onu kendi hakikatına uyandırdığı sırlı mekândır. Kendi adına sevildiğinde öldüren, ötesi için sevildiğinde güldüren yerdir..
Âhiret bahardır. Cümle tohumların sümbülleneceği asıl hayat yurdudur. Her tohumun başka bir bahar için toprağa atılması ve o baharı sabırla beklemesi gibi, insan da hakikî hayat yurdu olan sonsuz âhireti özler. Dünyanın cümle cefasına ancak o baharın hasretiyle sabredebilir.
Mü’min, kendisinin değersiz bir odun parçası değil, harika bir san'at eseri tohum olduğunu fark eden insandır. Dünyanın âhirete tarla ve bahçe kılındığını, asıl hayatın burada değil orada olduğunu iman şuuruyla bilendir.
Kulluk, o şuurlu tohumun yüzünü fani dünyadan baki âleme, yaratılmışlardan Yaratıcı’ya, çokluktan birliğe çeviren, bitiş ile başlangıcı birbirine bağlayan bir bağdır.
Tohumluğunu, dünyanın içine atıldığı bir bahçe olduğunu unutup kendine ve güzelliğine güvenen, kesrete dalıp kâinat içinde boğulan, dünyanın muhabbetiyle başı dönen, fanilerin tebessümlerine aldanan ve kendisini onların kucağına atan insan ise tohum/insan makamından düşer. Ölüm vakti geldiğinde tohum olarak sümbüllenmez. Küçük, değersiz bir odun parçası olarak çürüyüp gider. Sonsuz bir intihardır bu.
Ölüm, tohumluğunu bilen için kabuğunun parçalanması ve filizin ortaya çıkmasıdır. Sonsuzluğun başlangıcıdır. Yok oluş değil hakikî varoluşa adım atmaktır. Hayatından daha mükemmel, daha bereketli bir haldir. Cüz’îlikten küllîliğe yükseliştir. Zahiren bir odun parçası olmaktan çıkıp, yüreğinde gizlediği büyük âlemin cennet şeklinde ete-kemiğe bürünmesidir.
***
Bediüzzaman Said Nursî, kâmil bir insandı. Tohumluğunu en fazla fark eden, kulluğunu en yüksek derecelerde yaşayan bir âlimdi. Bu dünyada kendisine reva görülen zulümleri, sıkıntıları ruhundaki istidatlarının ortaya çıkmasına yardım ettikleri için—sonuçta—İlâhî rahmetten bildi. Şikâyet etmedi. İzzetli bir kul olarak zalimlere boyun eğmedi, yüzü hep âhiret yurduna dönük yaşadı. Gayet meşrû bir gaye iken, âhiretteki makamının yükselmesini hedeflemedi. Saf kulluğu gaye edindi. Her şeyden daha değerli ve daha büyük bir gayeye, imana hizmete adadı kendisini. Kur’ân’ın semasından yakarışlarına karşılık kendisine hediye edilen Risâleleri telif etmeyi, çoğalttırmayı, tashih etmeyi, iman hizmetini bir hayat tarzı haline getirmeyi en tatlı uğraş bildi.
İsmi Said’di; ismi gibi mesut yaşadı bu fani dünyada. Çünkü hayatını adadığı iman ve İslâm dâvâsının İlâhî yardım ile başarıya ulaştığını bizzat hayatında gördü.
Bir sebeb olarak kendisine yönelenlere, kendisinden medet umanlara Risâle-i Nur’u adres gösterdi. Daha hayattayken kendi fani ömrünü bâkî hakikatlere tohum eyleyebilen nadir insanlardan oldu. Kendisini Risâlelerdeki yüksek hakikatların kaynağı olarak görenlere ise defalarca aynı şeyi söyledi:
“Ben bir çekirdektim. Çürüdüm. Acz ve ihtiyaç ve samimî istemek ve fiilî duâ etmek neticesinde, Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, Risâle-i Nur’u o çekirdekten halk edip ihsan etmiş. Nurun mektubatındaki bütün medâr-ı medih fıkralar o nuranî ağaca aittir. Benim hissem, kat’iyen, hiçbir cihette fahir olamaz. Belki, yalnız ve yalnız şükürdür. Bütün kıymet Kur’ân-ı Hakîmin mânâsı ve hakikatli tefsiri olan Risâle-i Nur’a aittir. Öyleyse kâinat adedince eşşükrü lillâh, elhamdülillâh.”
Bediüzzaman’ın vefatından sonra fani bedeninin korkak zalimlerce gizli bir yere defnedildiği biliniyor. Şimdilerde kimileri başka şeyler söylüyorlar. Ama ne fark eder?
Onun kabrinin nerede olabileceğini tekrar tekrar gündeme getirip, çekirdeği olduğu risâlelerdeki Kur’ân hakikatlerine merak duymayanlar, önlerindeki koca ağaca gözünü kapatıp onun çekirdeğinin nerede olduğunu merak eden aptal konumuna düşüyorlar.
Onu hakkıyla tanıyanlar ise, hem o dünya hayatındayken hem de asıl hayat yurduna gittikten sonra, Risâlelerin her satırında onu bulabileceklerini, onunla konuşabileceklerini bildiler.
Kısacası, Bediüzzaman Risâlelerin sayfaları arasında hâlâ. Duyurulur!
www.muratciftkaya.com
27.06.2006
E-Posta:
[email protected]
|