İçinde bulunduğumuz şu 21. asrın en önemli özelliklerinden birisi de, kendini “insan” bilen insanların, kendisini ve hemcinsini daha yakından tanıma ve “insanca” yaşama gerçeğine olan ilgisidir.
Çünkü, insanlık, kendi içinden çıkardığı cani ruhlu habislerin sebep olduğu fesat ve anarşi ateşiyle maalesef “kimyasını” bozmuştur. Kimliğini kaybetmiştir. Sersemdir. Boşluktadır. Arzın büyük bir kısmını zulme, kana, baskı ve karanlıklara düçâr etmiştir.
İnsanın gerçek mânâda benliğine kavuşması ve kendisine gelebilmesi için, en başta kendisine bahşedilen “İlâhî” değerleri ve nimetleri bilip idrak etmesi ve onlara yapışması lâzımdır. Bir an önce Allah katındaki önemini kavraması, sorumluluk ve vazife şuurunu idrak etmesi gerekmektedir. Tek kurtuluş yolu budur.
İnsana ait bu değerlerin keyfiyet, mahiyet ve niteliğini en güzel şekilde izah eden ve ortaya koyan da İslâmiyet’tir, Kur’ân’dır. Çok geniş bir saha olan bu mevzuda, ileride daha geniş fikirler beyan etme hakkımızı saklı tutarak, kısaca bazı önemli noktalara değinmeye çalışalım.
Asrın tefsiri Risâle-i Nurların çeşitli bölümlerinde geçen ve “insan”ı konu alan çok harika ve mümtaz ifadeler oldukça fazladır ve bu konu hakkında bir çok araştırmacıya yetecek kadar bol mevzu ve çok güzel ipuçlarını bulmak mümkündür. İşte bazıları:
İnsanın; cismen küçük, zayıf ve aciz olmakla beraber, hayvanattan sayıldığı halde, pek yüksek bir ruhu taşıyor olması.
Ebed için ve bütün hayvanlardan mümtaz ve müstesnâ olarak, acip ve lâtif bir mizaçla yaratılmış olması.
Yüksek fikir, yüksek mahiyet, genel bir kıymet, geniş bir bakış açısı, tam ve doğru bir mükemmellik, sonsuz bir elem ve lezzetle iç içe olması.
Bir ferdinin, başka mahlûkatın bir nev’i ve sınıfı gibi olması. Kıymetini tayin eden asıl sebebin, mahiyeti olması. Sıfat, tabiat ve hallerinde, zaman ve mekânın tesirinin çok olduğu gerçeği.
Gelişimine ve değişimine engel olan isyanlardan, ihtilâllerden, ihtilâflardan meydana gelen felâketlerin ilâcının, hemcinsleri ile olan yardımlaşmadan geçtiği.
Allah’ın ruh ve hislerine verdiği genişlik sayesinde geçmiş ve gelecek zamanları yutabileceği.
En büyük saadet ve bahtiyarlığının hidayet olduğu. Hidayetin, vicdanı ve ruhu için büyük bir nimet, lezzet ve cennet olduğu gerçeği. Nur-u iman ile bütün mevcudâtın kendisine dost ve aşina olabileceği. Hâlık'ı yanındaki mevkii pek büyük olduğu içindir ki, Hâlık’ın, bu kâinatı, insanlar, insanları da “ibadet” için halk etmiş olduğu...
Kendisinde varolan o yüksek ruhunu genişlettiren en büyük nimetin, mükemmelliğe yetiştiren en büyük emir ve hadisenin, kâinatın ve dolayısıyla insanların hilkatindeki hikmet ve gayenin ibadet olduğu gerçeği...
Mesleğinde ısrarla nasihatleri kabul etmediği takdirde, onun ıslâhına hiçbir çare ve hiçbir devânın olmadığı...
Zulmete düşmekle yolunu kaybettiği zaman, ancak arkadaşlarını ve dostlarını görmekle bir derece mütesellî olabileceği...
Bir taraftan arzın şifâsı için bir ilâç iken, diğer taraftan ölümünü netice veren bir zehir olduğu...
Çok şeylere ihtiyarıyla girdiği, fakat çıkmasının mümkün olmadığı...
Hangi bir şeye yönelirse ona bağlanıp, onda fanî olduğu, kendisini kaybettiği...
Kâinatta cereyan eden kanunlara bağlılığı ve irtibat etmesi ve o kanunların eteklerine yapışarak, genel cereyanı temin edebileceği, nizamı olmayanın, düzeninin de olamayacağı...
Bütün bunların en güzel örneklerini yaşamış müstesnâ, tek ve yektâ, güneş gibi bir bürhan, unutulmaz ve vazgeçilmez bir rehber olan zâtın Hazret-i Muhammed Aleyhissalatü Vesselâm olduğunu anladığımız an ve gün, gerçek “insanlık” şuur ve saadetine erişmiş olacağız. Yoksa, insanlığın yüzkarası; hicran, zulüm, elem, karanlık ve bedbahtlık devam edecektir. Allah korusun!
Cenâb-ı Hak bizleri, Kendisine hakikî bir kul ve Peygamberimize (a.s.m.) hakikî bir ümmet eylesin. Günahlarımızı affetsin. (Âmin)
[email protected]
08.07.2006
E-Posta:
[email protected]
|