Stres nedir?
ADAG üyesi psikiyatrist Mehmet Hocadan ‘stres’ üzerine bir seminer dinledik. Stresin daha çok rahatsız edici boyutu ön plana çıktığından ‘asır hastalığı’ tanımlaması dikkat çekici idi. Aynı zamanda bu potansiyel gücün hayat için olumlu anlamda da kullanabileceğine dikkat çekildi. Hatta, ‘Stres nükleer enerji gibidir, doğru amaçlar etrafında kullanılırsa, kişi için oldukça verimli neticeler alınabilir. Nitekim, hangi imtihan stressiz kazanılabilecek ve hangi hedefe hiç stres yaşamadan ulaşılabilecektir’ dendi. Bu anlamda stres, hayatın bir vazgeçilmezi olarak nazarlara sunuldu.
Stres, sebeplerine bakıldığında, hemen her şeyin ‘stres’e sebep olabileceği anlaşılıyor. Ekonomik durum, aile içi anlaşmazlık, şiddet, sorumluluk boşanma, kişinin kendisinden veya dış etkenlerden oluşan bir çok sebepler strese sebep olabilmektedir.
Stres; ‘zorlanıyorum’ reaksiyonu olarak tanımlanıyor. Aynı zamanda duygusal ve fiziksel bütünlüğümüze yönelmiş bir saldırı olarak da ifade ediliyor. Yani hayatın alt çizgi ile üst çizgi hatlarını zorlaması yaklaşımı, normal hayata dikkatleri çekiyor.
“Stres, insanda sinsi olarak sürekli durur. Onu zararlı hale getirmek de, kişi hayatına fayda temin edecek şekilde kullanmak da mümkün” denildi.
Stres, aynı zamanda bir savunma mekanizmasıdır. Savunma mekanizması güçlü olan insanlar, küçük fizyolojik rahatsızlıkları da rahatlıkla aşabilmektedir. Ancak sürekli stres içerisindeki insanlarda vücudun savunma mekanizması da güçsüz olacağından, tetikte bekleyen hastalıklar hemen devreye girebilmektedir.
Stres, olumlu uyarıcıya da olumsuz uyarıcıya da aynı derecede tepki göstermektedir.
Sorunları soruya dönüştürmek bir çözüm yoludur. Soruna karşı olumlu soru, olumlu sonuca; olumsuz soru da olumsuz sonuca yakın olacaktır.
Kilit kişi ‘biz’iz
Stresle mücadele edecek olan, her bireyin öncelikle kendisidir. Dışarıdan sadece bilgi alınır. O alınan bilgileri, uzmanların vereceği telkinleri yine kullanacak olan, kişinin kendisidir. Onun için emirleri uygulayacak kişinin iç dinamikleri, oluşacak sonuca inancı, problemleri aşmadaki kararlılığı gibi hususlar hep kişi faktörüne dayanmaktadır.
Bunun da ilk şartı, kişinin öncelikle kendisiyle barışık olması, kendine zaman ayırması, kendisiyle konuşabilmesi ve kendi içinde ele aldığı meseleleri sonuçlandırabilmesidir.
Zihnimizde sonuçlandırılmayan dosyalar zamanla zihni kilitlenmeye sebep olabilecektir.
Bizi mutsuz eden şey nedir? Önce işe buradan başlamak gerekir. Ve mutlaka yeni bir adım, yeni bazı değişiklikleri gerektirecektir. Eski olan hiçbir şey değişmeden, yeni bir noktaya ulaşmak mümkün olmayacaktır.
‘Hayır’ demek gerekiyorsa, ‘hayır’ diyebilmek
İnsanlara bir konuda ‘hayır’ demek gerekiyorsa, ‘hayır’ denilebilmelidir. Aksi halde, muhatabımız rahatsız olacak diye, diyemeyeceğimiz ‘hayır’, bizi rahatsız edeceği gibi, o kişiye karşı da tavrımızda olumsuz kırılmalara sebep olacaktır. Önem arz eden nokta ise, niçin ‘hayır’ dendiğinin açıklanmasıdır.
Dünya Cennet değildir
İnsan, elinden geleni yaptıktan sonra, kendi gücünü aşan meselelerde teslim olması ve ‘hayırlısı’ diyebilmesi, o konunun kendisine zarar vermesini ve hırpalamasını engellemiş olur. İnsan bu noktalarda ‘aciz’liğini, ve ‘fakir’liğini hissetmeli ki, haddini bilebilsin. Her isteğin dünyada yerine gelmeyeceğini bilmesi gerçeği, insanı rahatlatan bir durumdur. Dünya cennet değildir. Zarurî olamayan ihtiyaçları, zaruriymiş gibi gündeme almak ve hayatla didişmek kişinin günlük işleyişine de mani olan bir durumdur.
Normalin sınırı geniştir
Buna biz meşrû daire keyfe kâfidir diye de diyebiliriz. İslâmın yasaklamadığı şeyleri yasak kapsamına almak bir zulümdür. Aşırı uçlar her zaman için acı meyveleri beraberinde taşımaktadır. İfrat da, tefrit kadar tehlikelidir. Vasat hayat, normal sınırdır. Ve bu sınır çok da dar değildir.
Her negatif uçların, pozitif karşılıkları da mutlaka vardır.
Bu geniş sınır da sanırım, keyfe kafidir. Çünkü gayri meşrû dairedeki lezzetler, bir üzüm tanesi yedirse, yüz tokat vurur. Hapishanedeki, meyhanedeki ağlayan insanlar bu tokatların acılarını üzerlerinde taşıyorlardır.
Stresin zararlı çizgisine ulaşmamak için, ‘normal’ çizgisi hatırlatılıyor. Aşırı hedefler koymamak, her konuda başarılı olacağım iddiasında bulunmamak, normalleşmeyi esas almak, saldırganlık taşımamak, her şeyin kontrolünün sizin elinizde olmadığını bilmek, kendine güvenmek, kişinin kendisiyle barışık olması… gibi, bir çok uygulanması mümkün tavsiyeler yapılıyor.
En güzeli de ‘normal’in sınırının çok da dar olmadığını bilmek.
08.07.2006
E-Posta:
[email protected]
|