Tam ‘düzlüğe’ çıkmak üzereyken, gelen ‘kriz dalgaları’ Türkiye’yi sarstı. Bu sarsıntıdan en çok etkilenenler ise, her zaman olduğu gibi, ‘en altta kalanlar’ oldu. “Zengin dağdan yol bulur, fakir ovada yol şaşırır” tesbitini doğrularcasına, asıl kaybedenler ‘maaşa talim eden’ler oldu.
Maaşa talim edenler kaybetti, ama hiç maaşı olmayan/ düzenli bir gelire sahip olmayan, milyonlarca ‘işsiz’in varlığı da düşünülürse, krizlere, dalgalanmalara tutulanların yine de şükretmesi gerektiği anlaşılır.
Türk Eğitim-Sen’in yaptığı bir araştırmaya göre, son 1 yılda memur maaşları dolar ve avro karşısında yüzde 9 ila 20 oranları arasında değer kaybetmiş. Araştırmaya göre, maaşlar 2005 yılı Haziran ayı ile 2006 yılı Haziran ayı arasındaki 1 yılda YTL düzeyinde artış göstermesine rağmen, dolar ve avro karşısında gerilemiş. (AA, 8 Temmuz 2006)
‘Düzen’i bozan zamların başında da benzin zamları geliyor. Benzin fiyatlarında yaşanan artış nedeniyle bir otomobil deposunu doldurmanın maliyeti bir yılda yüzde 61 oranında artmış. Tekrarlayalım: Bir depo benzin, bir yıl önceye göre, yüzde 61 daha pahalıya dolduruluyor.
Sakın ha, ‘arabası olan düşünsün’ demeyelim. Tabiî ki önce ‘arabası olan’lar düşünsün, ama bu durum neticede hepimizi ilgilendiren, etkileyen bir gelişme. Akaryakıta gelen zamlar, iğneden ipliğe, bilgisayardan cep telefonuna kadar hemen her şeye dolaylı ya da doğrudan yansıyor.
Araştırmayı değerlendiren sendika yetkilileri şöyle demiş: ‘’Benzine son bir yılda 18 kez zam yapılması ve benzin fiyatlarının önlenemez yükselişi, memurların kesesine dokundu. Türkiye’de ekonomik sıkıntılar, ne yazık ki, had safhaya ulaştı. Memur ucube zam oranlarıyla oyalanmakta, yerine getirilmeyen sözlerle kandırılmaktadır.’’
Öyle bir hale geldik ki, işsizler haklı olarak şikâyetçi oldukları gibi, çalışanlar da hayatlarından memnun değil. Gelir dağılımındaki adaletsizlik, benzer işleri yapanların çok farklı ücretler alması gibi konular sıkıntının kaynağı. Meselâ profesörlerin aldığı maaş, albayların aldığı maaşın çok gerisinde kalmış.
İlgili haber şöyle: “On yıl önce genel müdür ve kıdemli albay ile aynı maaşı alan profesörler, bugün bu sıralama içinde en altta yer alıyor. Profesörlerin iki meslek grubu ile aralarındaki maaş eşitliği, 2001 yılından itibaren bozuldu. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e devlet ve vakıf üniversiteleri rektörlerinin sunduğu ‘Türkiye’nin Yükseköğretim Stratejisi’ raporunda profesörleri vali, hakim, genel müdür ve kıdemli albay ile kıyaslayan rektörler ‘Profesörler sürekli gelir kaybına uğradılar’ dedi. 10 yıl önce üç meslek grubu da aynı maaşı alırken, bugün kıdemli bir albay 2 bin 854 YTL, genel müdür 2 bin 974 YTL, bir üniversite profesörü ise 2 bin 502 YTL net maaş alıyor.” (Sabah, 8 Temmuz 2006)
Tabiî ki, kıyaslama yapılanların ikisi de Türkiye şartlarında ‘iyi’ maaş alanlar. Bir de bunun ‘en altta kalanları’nı kıyaslamak lâzım. Asgarî ücretin 400 YTL civarında olduğu bir yerde, ‘ücret adaleti’nden bahsetmek mümkün mü?
Sadece, “eli, kolu güçlü ve sesi çok çıkanlar”ın maaşlarına zam yapmak ve ‘en alttakiler’in seslerini duymamak hükümetlerin yapabileceği en büyük hatadır. Bu konuda da tarihten ders almakta fayda var. Unutmayalım, ‘sesi çok çıkanlar’a yapılan adaletsiz maaş zamlarından sonra, o zamları yapan hükümetler koltuklarını başkalarına devretmek durumunda kalmıştır.
Çare, her konuda olduğu gibi, maaş konusunda da ‘adalet’le hükmetmektedir...
09.07.2006
E-Posta:
[email protected]
|