Bazı şaşkınlar, kafaları almadığından, tefekkür dünyaları cılız ve kör olduğundan, fevkalâde bir ilmî araştırmaya yanaşmadıklarından, Mi’rac mucizesini inkâra kadar gitmişlerdir. Gerçek akıl ve gerçek vicdan bunu yargılar ve kabul etmez.
Cenâb-ı Allah bir hadis-i kudsîde “Levlâke levlâk lemâ halaktü’l-eflak” (Sen olmasaydın felekleri, kâinatı yaratmazdım) hitabında bulunacak, bütün kâinatın sahibi olacak ve en sevdiği kulunu, peygamberlerinin de en büyüğünü yanına, kâinatta yarattığı sistem içinde almayacak, olur mu öyle şey? Cenâb-ı Allah’ın Peygamber Efendimizi Arş-ı Âlâ’ya Sidretü’l-Münteha’ya almaması aczin ifadesi olur ki; bu da muhaldir ve olamaz. Öyle ise bu Mi’rac olmuştur ve makuldur. Hz. Allah’ın kudret cilvesidir ve ta kendisidir.
Başta birkaç iktisat profesörü olmak üzere, bazı kişiler “Efendim nasıl cesediyle, gözü, kulağıyla gider?” diye itiraz ediyorlar. Peki kâinatı, ahireti ve bütün beşeriyeti alâkadar edecek İlâhî bir davete, Hz. Peygamber (asm) nasıl rüya ile veya başka şekilde gidecek? Bu da mantık dışıdır. Bugünkü konjonktür ve ilimler açısından elbette Hz. Peygamber (asm) cesediyle götürülmüştür, Burak’a bindirilmiştir. Gözü yanında, kulağı aynı ceseddedir. Kendisini yaratan Rabbi ile görüşmüştür, konuşmuştur ve bize takdim edilen hediyeleri emirleri, İlâhî bir müjde olarak alıp getirmiştir. Yalnız bize değil Cinler âlemine de getirmiştir. Çünkü Hz. Peygamber (asm) “ins ve cin” kavimlerinin peygamberidir.
Onun için büyük şair Ali Ulvi Kurucu hüzzam makamındaki şiirinde der ki:
“Doğmazdı kalbe iman, inmezdi arza Kur’ân,
Meçhul olurdu esmâ, Levlâke yâ Muhammed
Mâtem tutardı gökler, gülmezdi hiç melekler,
Mahzûndur Arş-ı Âlâ, levlâke yâ Muhammed”
Şimdi sosyal ve içtimaî hayatta lütfen bir nebze düşünün. Acaba Hz. Peygamber (asm) olmasaydı beşeriyet ve cinler âlemi nice olurdu? Melekût âlemi nasıl olurdu? Kâinat ve dünya ne olurdu? Acaba ona (asm) ümmet olmanın gerçek mânâsını anlayıp yaşayabiliyor muyuz? O (asm) olmasaydı ahiret olur muydu? vs.vs...
İkinci ve günümüze bakan bir tesbit şudur: Sevgililer Sevgilisi, Güneşler Güneşi (asm) semadan, başta namaz ve saadet-i ebediye müjdesiyle döner ve çıktığını haber verir Mekke ahalisine. Fakat Mekke ahalisinin inanmayan müşrikleri, Hz. Peygamberi (asm) mağlup etmek isterler. Çünkü Hz. Peygamber (asm) hayatında hiç Mescid-i Aksa’ya gitmemiş. Fakat verdiği haberde “Mescid-i Aksa’da bütün peygamberlere imamlık yaptığını ve oradan arşa çıktığını, vs.” söylüyordu.
Müşriklerin “Anlat bakalım bize Mescid-i Aksa’yı Ya Muhammed” dedikleri zaman Hz. Peygamber (asm) biraz sıkılır ve zorlanır, işte o anda bugunkü ilimlerin tasdiki ortaya çıkar. “Naklen yayın” olayı. Perdeler açılır, kâinatta var olan ilim ortaya çıkar ve Hz. Fahr-i Kâinat Efendimiz, her şeyimiz, canımız cananımız, Mescid-i Aksa’yı anlatır, anlatır. Müşrikler Hz. Ebûbekire (r.a) giderler ve “Böyle şeyler olur mu, vs.” derler. O Sıddık-ı Ekber tek kelime ile “Bu sözleri o (asm) söylediyse doğrudur, ondan yalan sudur etmez” der. Evet işte mucizeler, işte miladi 621 ve miladi 2006. İşte naklen yayın.
Miladi 621 yılında Recep ayının 27’nci gecesinde zuhura gelen bu müthiş Mi’rac mucizesi bugün bütün tazeliğiyle ve şeffafiyetiyle ilim deryasında tazeliğini muhafaza etmektedir. Sanki dün olmuş gibi. Mi’racın ibadet yönü, ispat yönü vesâir yüzlerce ve çağımıza bakan yönleri vardır. Mi’rac bir geceye sığmaz, bugün iki nokta ile iktifa ediyoruz.
Yine Hz. Peygamberin (asm) ışığında ve onun yolunda bu hafta sonu Marmara bölgesindeyiz.
25.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|