Maddeyi mânâ, bedenimizi ruhumuz yönetir. Ruhumuzu harekete geçiren duygularımızdır. Duygularımızı ise, düşüncelerimiz, inançlarımız, imanımız yönlendirir. İnandığımız gibi düşünür, düşündüğümüz gibi hareket ederiz. Bu her din, her ideoloji, her sistem için böyledir.
Her şey iman derecesine göre şekillenir. Çünkü, iman, nurdur, enerji kaynağıdır, temeldir, köktür; fiil, hâl ve hareketlerimizin itici gücüdür.
İman dendiğinde kâinatın Yaratıcısına, meleklerine, kitaplara, elçilerine, ahirete (öldükten sonra dirilişe), kadere (olmuş ve olacak her şeyin plan ve programlandığına) inanma ve kabul etme kastedilir. Ancak bu, sadece kuru bir “kalbî tasdik ve lisanî ikrardan” ibaret değildir. Bilgi, obje/nesne, olay ve soyut düşünceler, zihnimizin basamakları olan “tahayyül” (hayal etme), “tasavvur” (tasvir etme), “taakkul” (akıl terazisine vurma), “tasdik” (doğrulama), “iz’ân” (anlama, kavrama, idrak etme), “iltizam” (taraf ile teslim olma) teknelerinde tahlil edilir, senteze tâbi tutulur, yoğrulur ve en son kademede “itikad” (imân, yüksek inanç, kesin kanaat) şeklinde oluşan bir süreci ifade eder. Aynı zamanda kalp, vicdân gibi duygularımıza mâl edilerek özümsenir, meleke/mahâret hâline getirilerek pratiğe dökülür.
İmanımız ne kadar güçlü ise, duygu, düşünce ve fiillerimiz de o nisbette olumlu ve verimli olur.
İman; fikirleri, kalb ve vicdanları Sâni-i Hakîm’e çevirip bağlar. Fikirlerin Allah’a yönelmesi, itaat ve kayıt altına girmeyi netice verir. İtaat ve inkıyad ise, ferdi intizam altına alır. Ferdin intizam altına girmesi ise, ferdî, âilevî ve sosyal hayatın mükemmel bir düzene kavuşmasıdır.
“İmân-ı billah” aynı zamanda “ma’rifetullah ve muhabbetullah”ı gerektirir. Bu da, Onu isim ve sıfatlarıyla tanımayı, bilmeyi ve sevmeyi... Rabbimizi bilirsek, kendimizi tanır ve geliştiririz; nefsimizi terbiye eder ve tekâmül ettiririz. Bu açıdan bakıldığında iman; önce Yaratıcı, sonra diğer varlıklarla sıhhatli ve doğru bir iletişim kurmaktır.
İman bir anlamda ilim, tefekkür, ibadet ve zikir, olumlu düşünce ve duygularla mesleğine, işine yoğunlaşmak, odaklaşmaktır. Mâneviyâta, düşünceye, ruhâ/duygulara kazandırılan bu özellik; tam mânâsıyla fenâya mazhar olmayı, yâni kendini hak yola vermeyi; bu da Allah’ın izniyle maddenin, varlığın metafizik boyutunu inkişâfı netice verir.
Güçlü iman, aynı zamanda istidatları (potansiyel yetenekleri) ortaya çıkarma, inkişaf ettirme ve rûhî kuvvetle bedenin dıştan gelen etkilere karşı direncini artırmaktır. Yani, duygu, kabiliyet, düşünceleri; tefekkür, ibâdet, zikir, fikir, şükür ile geliştirip duyarlılıklarını artırıp yükseltmektir…
Güçlü iman, “Hayatın, varlığın ve ölümün anlamı nedir? Kimim, nereden geliyorum, nereye gidiyorum, beni gönderen kimdir, niçin göndermiştir ve nereye gidiyorum?” şeklinde sıralanan soruları akıl, kalp ve vicdanı tatmin edecek tarzda cevaplandırmaktan doğan muhteşem bir rahatlama ve huzur bulmadır…
Kezâ, sair iman şartlarından olan Kur’ân’î ve Peygamberî öğretiler çerçevesinde ruhumuzu tanır, nefsimizi terbiye eder ve hayatımızı programlarsak potansiyel halindeki yeteneklerimizi keşfeder ve fevkalâde geliştiririz. Yâni, “marifetullah” ile aklımızı, “muhabbetullah” ile kalbimizi olgunlaştırır, tekâmül ettiririz. Rûhî tekâmül, bize sayısız ihtiyaçlarımızı ve aczimizi fark ettirip; sonsuz kudret, zenginlik Sahibine dayanarak, ona hakiki “kul/abd” olmaya yönlendirir. Aynı zamanda bu iman gücü, bize olağanüstü bir güç/enerji verir.
25.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|