On dokuzuncu yüzyılın ön planda tutulan felsefi yaklaşımları pozitivizm, determinizm, sekülerleşme gibi kavramların etrafında şekillenmiştir. Bu çerçevede algılanan bir varlık âleminde bilim mutlak hükümranlığını kurmuş ve her şeyin şekillenmesindeki temel güç olarak algılanmıştır. Sanayi ve teknolojideki baş döndürücü gelişmeler ve bilimin varlığa mutlak anlamda hükmedebileceği intibaını veren uygulamalar bilimin tahtını iyice sağlamlaştırmıştır. Artık varlık, maddî plana sınırlı ve analitik yaklaşım içinde parçalara ayrılmış ve her parçanın kendi iç bütünlüğü dışında parçalar arası bağlantının göz önüne alınmadığı bir tarzda algılanır olmuştur.
Pozitivist düşüncenin bu güçlü gelişi daha önceki dönemlerin bilgi birikimini bir anda silip atıvermiş ve kendi tanımladığı varlık dünyasını tanımları ile uyuşmayan geçmiş dönemlere ait bilgileri değişik suçlamalarla reddetmiştir.
Bilim o kadar kendinden emin ve analiz ederek parçalara ayırarak tanımladığı madde konusundaki bilgilere o kadar güvenmektedir ki, artık son noktaya geldiği düşünülmüştür. Bu güçlü rüzgâr yirminci yüzyılda da etkilerini belirgin şekilde hissettirmekle birlikte bu yüzyılın başlarından itibaren pozitivist bakışın ve bilimsellik adı altında maddî âleme ve laboratuvara sınırlı varlık anlayışının tahtı sarsılmaya başlamıştır. Fiziğin geldiği yeni noktada her an yeni bir değişimin gerçekleştiği hiçbir şeyin kararlı ve bütünden bağımsız olamadığı bir varlık anlayışı atom içi âlemin keşfi ile maddî dünya anlayışını sarsmıştır.
Parçaların bütünü meydana getirdiği düşüncesi yerini her bir parçanın ayrı bir bütün olduğu düşüncesine bırakmıştır. Her bütün, bütünlerin toplamı içinde yine onlarla da bütünleşerek yer almaktadır. Çok küçük zaman dilimlerinde çok hızlı değişimlerin yaşandığı, her şeyin her şeyle irtibatlı olduğu ve bu irtibatın akıl almaz ölçülerde kısa zaman dilimleri içinde kurulduğu yeni varlık tablosu kaos, belirsizlikler şeklinde ifade edilen kavramları âlemimize taşımıştır.
Artık varlığın bütünü sebep-sonuç ilişkileri kurularak geleceğin belirlendiği determinist yaklaşımdan çok uzaklaşmıştır. Bilimin kendine aşırı güvenen bir eda ile “olmaz” ya da “olur” şeklinde ortaya koyduğu hükümlerden pek çoğunun bir anlamı kalmamıştır. Bilinemezlikler, belirsizlikler, ihtimaller daha ön plana çıkmış ve yeni dönemin varlık algısı köklü değişikliklere uğramıştır.
Bütün bunlar önümüzdeki dönemlerde madde ve mânâyı birlikte alan, insanı ve hayatı bütün yönleri ile değerlendiren yaklaşımların gelecekte hakim olacağının işaretleri gibidir. Gelecekte teknoloji, silâh ve paranın değil; sevginin, inancın ve maneviyatın hakim olacağı artık görünür hale gelmiştir.
Daha önce maddî âlemi kendi iç dinamikleri ile algılayıp bütün işleyişi bu alana ve bu alanın kendi algıladığı şekline sınırlı zanneden insanlık ve bilim eşyayı tanıdıkça önüne çıkan baş döndürücü manzara karşısında acziyetinin farkına varmış ve varlık âleminin işleyişini kendi keyfine göre şekillendirme hevesinden vazgeçmiş gibidir.
Yeni dönemde varlık ve benlik ilişkileri sadece maddî alana sınırlı ve fiziksel etkileşim ya da faydacılık etrafında şekillenmiş olmayacak arka planda olan ancak işleyişteki yeri çok önemli olan değerler de fark edilecektir. Bu çerçevede duânın gücü fark edilecek maddî gücün ötesinde çok güçlü bir inancın sonuca ulaşmak için ne denli önemli olduğu anlaşılacaktır. Bu bir yönü ile varlığın bütününde bir ruhun var olduğundan haberdar olmak ve varlıkla daha sağlıklı iletişim kurmak anlamına gelecektir. Bu iletişim daha mutlu ve huzurlu benlikler doğuracaktır.
Bu çerçevede tanımlanmış bir mutluluk özünde yaratılış gayesine uygunluk ve hep huzurda hissetme anlayışını ihtiva ediyor olacak ve hayatın dalgalanmaları içinde hep var olan mutluluk anlamına gelecektir. Hayat ise sadece maddi dünya ve görünen âlemlerle sınırlı kalmayacak, madde ötesini ve zaman ötesini de içine alacaktır. Bu tarz mutluluk anlayışı ve arayışı içinde en lüks arabaya binmekle, bütün hazları tatmakla aranan ve çoğu zaman bulunamayan mutluluğun yerini çıplak ayaklı birine alınan ayakkabı ve arzularını frenleyebilmenin ruhta oluşturduğu haz ve özgüven gibi duygular alacaktır. Hayatı anlamlandıran kimliği ve kişiliği güçlendiren gerçek mutluluk özde ve her şeyin aslını anlamlandıran yaklaşımlar içinde aranmalıdır.
Meselâ mi’racı bilimin algı ve sınırlılığı içine sığdıramayan yaklaşımın olmaz hükmü, varlığın işleyiş kurallarını kendi aklının tanımına ve gözlemlerinin tanımladığı kurallara uydurma edepsizliğinden kaynaklanmaktadır.
Oysa varlığı temelinde işleyen kurallarla tanımlayan konuma gelen ve alt yapıda ihtimallerin şekillendirdiği varlık yapısı olduğunu bilen bir bilim yaklaşımı için “olmaz” hükmü yoktur. Çünkü maddî âlemin potansiyeli ve ihtimaller şeklinde ifade edilen imkân boyutu her şeyin olmasına müsaittir. Her şeyde olduğu gibi mi’rac konusunda da kendi dar aklının alanına sığdırma arayışı bu anın insanın ruh dünyasına yansıttığı güzellikleri hissetmesine engel olmaktadır.
Bu anın bizimle ilgili en güzel yanı içimizden bir elçinin (a.s.m.) Alemlerin Rabbı, Kainat Sultanı ile görüşmesidir. Görme ve algılama özellikleri bize benzeyen birinin (a.s.m.) Rabbimizin sonsuz güzelliklerini görmesidir. Bu aslında bizim de görebileceğimizin müjdesi olmalıdır. Hayatın ve var olmanın bundan daha mutluluk verici bir yanı olamaz.
Aslında hedef Rabbimizin var olduğunu ve bizlerle olduğunu hissetmektir. Her namaz Rabbimizin güzelliğini hissettiğimiz bir mi’rac hali olmalıdır. Yine varlığa tevhid nazarı ile, yani kâinatın ve bütün âlemlerin tamamını kuşatan Kur’ân’ın bakışı ile bakabilmek aslında yaşadığımız âlemde sonsuz güzelliği görmek anlamına gelecektir ki bu tevhidin en güzel meyvesi olmalıdır. Beşerî boyutta ve maddî âlemde bir tür mi’rac yaşamak anlamına gelecektir. Yani Rabbimizin sonsuz güzelliğini maddî âlemde hissetmek ve önümüze çıkan algıladığımız her şeyin O’nun bize hediyesi olduğu algısı ile yaşamak; annemizin, eşimizin ya da hemşirenin uzattığı ilâcın aslında Gerçek Şifa Verici tarafından Kâinat Sultanı tarafından bize uzatılıyor olduğunu algılamak insan olmanın zirve duygusu bir duygu sıçrayışı ve bir mi’raç olmalıdır.
Mi’rac ile ilgili aklî yorumlar yapmak ve maddî boyutta olup olmayacağını tartışarak bu duygu güzelliğini sığlaştırmak yerine bu Mi’rac gecesinde tevhid nazarı ile bakmanın ve rü’yet-i ilâhiyenin daha yeryüzünde iken hazzını yaşamanın zihni hazırlığını yakalamaya çalışalım. Aklımızın darlığından duygularımızın kuşatıcılığına sıçramak için içimizden seçilen elçinin (a.s.m.) aynı halini bize yaşatması varlığı onun (a.s.m.) algı genişliğinde bize hissettirmesi için Rabbimiz’e duâ edelim. Benlikten ve maddenin katılığından sıyrılmak için algılarımızı tevhid nazarına yükseltmesi için Basir-i Mutlak’a yalvaralım. Hayatın gerçek anlamı ve gerçek mutluluk ancak bu Mi’rac ile keşfedilecektir.
21.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|