İki bayan dışişleri bakanı birbirleriyle çok güzel anlaşıyorlar. Gayet uyumlu sayılırlar. Meslektaşlık dayanışmasının ötesinde derin bağları veya duygudaşlık içinde oldukları söylenebilir. Bu dışişleri bakanlarından birisi Karaşahin olarak da anılan ABD Dışişleri Bakanı Rice. Diğeri de Sarışahin lakabıyla anılmaya layık olan İsrail Dışişleri Bakanı Tzibi Livni. Şaron sonrası kabinenin teşkilinin ardından Olmert Washington’ın eşiğini aşındırırken MOSSAD kökenli Dışişleri Bakanı Livni de Türkiye’ye gelmişti. Sempatik bakışlarının arkasında sertlik ve huşunet yattığı aşikar. Abdullah Gül’le de iyi anlaşıyorlar. Gül Lübnan’da konuşlanacak barış gücünü asker gönderme konusunda bölge ve ilgili ülkelerin nabzını yokluyor. Lübnan’a gitti ve olumlu intibalarla döndü. Şimdi de İsrail’de. Onların da nabzını tutacak ve taleplerini alacak ve bunun sonucu Türkiye karar aşamasına gelecek. Bakan Gül İsrail’e giderken bir ifade kullandı: Bölgeye sırtımızı dönemeyiz ve bigane kalamayız... Bu elbetteki doğru bir yaklaşım. Tek şartı yapıcı olmak. Abdullah Gül’den yeniden Livni meselesine dönecek olursak. Çatışmaların ilk günlerinde acil ateşkese direnen iki isim vardı. Bunlardan birisi Rice, diğeri de Tzibi Livni. İsrail için vakit kazanmak istiyorlardı. Hatta İtalya’da yapılan toplantıyı İsrail namına Rice’ın sabote ettiği ifade edildi. Ancak Rice İsrail’de iken Kana katliamıyla gafil avlandı. Rice uluslararası mahfillerde İsrail’e siper olmasına rağmen Kana katliamında gafil avlanmıştı. O sırada İsrail’i ziyaret eden Rice olaydan habersiz bir şekilde kahvaltısını yapmakta iken ABD’nin Beyrut Büyükelçiliği görevlilerinden birisi sms mesajıyla kendisini uyarıyor ve ancak bu şekilde olaydan haberdar olabiliyor. Akabinde olayı İsrail kaynaklarından teyit etmeye çalışsa da kendisini oyalıyorlar.
***
Rice ve Livni’nin yaman bir kadın olduklarından şüphe edilemez. Bununla birlikte omuzladıkları yük taşıma kapasitelerinden çok üzerinde. Bu itibarla, major test olarak anılan ilk Lübnan sınamasında Livni iyi bir performans gösteremedi. Olmert, Parets gibi çuvalladı. Ama yine de Newsweek’e anlattığı ideolojik argümanları güçlüydü. En azından kendi zaviyeleri açısından. Newsweek dergisine ihtiyatsız konuşmuştu ve Güvenlik Konseyi’nin almış olduğu Hizbullah’ın silahsızlandırılmasını da ihtiva eden 1559 sayılı karar uygulanmadan ateşkese varılırsa bu Hizbullah’ın galibiyeti anlamına geleceğini söylemişti. Bu yargı hala geçerliyse, öyleyse, zafer Hizbullah’ın. Öyle de olmasına rağmen verbatim yani sözel bir şekilde baskın çıkmak isteyen Halutz zaferi kendilerinin kazandığını söylemekte. Halutz’un bu ifadesi İsraillilerin çok önemli bir şeyi daha kaybettiklerini gösteriyor. Objektiflik. Kendi aleyhinde de olsa gerçekleri itiraf etme. Şimdi İsrail siyasileri de üst rütbeli askerleri de bundan yoksun. Peki gerçekten de İsrail halkı bu durumda kime güvenecek? Hiç kimseye. Kendilerini savunmak için hakikatları tersyüz edebiliyorlar. Halbuki bu şarklılara özgü bir iktidar ve yönetim anlayışıdır. Hezimetler allanır pullanır ve bu şekilde zafere çevrilir. İsrailli erat ülkelerinin hezimetini apaçık bir şekilde görebiliyor, ama Halutz göremiyor. Böylece İsrail varolma dayanaklarını da kaybetmiş görünüyor. Halutz iki İsrailli erin kaçırılmasından iki saat sonra borsadaki yatırımlarıyla oynuyor. İstifa çağrılarına karşı nifaka başvurarak Lübnan’da zafer kazandıklarını iddia ediyor. Savunma bakanı Cumhurbaşkanı Katsav gibi emrindeki bayanları taciz ediyor. O da selefi İsrail eski Savunma Bakanı Mordahay’ın izinde. O da bakanken benzeri vukuatlara imza atmıştı.
***
İsrailli amazon dışişleri Bakanı Livni Newsweek dergisindeki konuşmasında Hizbullah, Suriye, İran ve Hamas’a işaret ederek kin ve nefret ekseninden ve cephesinden bahsetmişti. Bush’un şer ekseni deyimi yerine bir an böyle bir nefret ekseninin varolduğunu kabul edelim ve şöyle soralım: İsrail, Lübnan’daki ve benzeri saldırılarıyla bu ekseni kendisi beslemiyor mu? Veya böyle bir eksenin nedeni kendisi değil mi? Aralarında Bülent Arınç’ın da olduğu birçok siyasetçi İsrail’in bu saldırılarla bölgede nefret tohumları ektiğini söylememişler miydi? Hep Bush gibi tek yanlı olarak konuşuyorlar. Neden oldukları rahnelere bakmaksızın sürekli karşı tarafı suçluyorlar. Ortada bir nefret varsa mutlaka bunun bir de nedeni olmalıdır. Bu nedenler ortadan kalkmadıkça nefretin ortadan kalkmasını bekleyemeyiz. Bu gibi hallerde sufilerin bir sozü var. Zennederim bu hikmetli sözün mefhumunu Livni de Bush da reddetmez: Vucuduka zenbun la yukasu aleyhi zenbun ahar. Yani varlığın suçtur, onun ötesinde bir suç tasavvur edilemez. Evet nefretin kökenleri İsrail’de gizli. Richard Perle gibiler nefretin ve terörün kökenlerinin İran gibi ülkelerde olduğunu söyleseler bile.
21.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|