Günün tartışması, Türkiye’nin Lübnan’a asker gönderip göndermemesiyle alakalı. Bu soruya verilecek cevaplar pek çok olmakla birlikte, bunlardan ‘Türkiye ne olursa olsun Lübnan’a gitmeli’ demek kadar ‘Türkiye ne olursa olsun Lübnan’a gitmemeli’ şıkları da yanlıştır. Ermenilerin dışında Türkiye’nin Lübnan’a barış gücü olarak asker göndermesi konusunda uluslararası camiada tam bir mutabakat var. İsrail’den Hizbullah’a ve onun ötesinde ABD’ye kadar geniş bir destek var. Bunun nedeni, Türkiye’nin son sıralarda hasbe’l kader doğru siyaset izlemesidir. Sözgelimi; Türkiye 1 Mart tezkeresini onaylasa ve Irak’a asker gönderseydi eminim ki Lübnan konusunda en azından taraflardan birisi itiraz edecekti. Bu itibarla, Başbakan Erdoğan’ın ‘Irak’a asker göndermeliydik ve o zaman söz söyleme yetkimiz olacaktı’ sözleri baştan sona yanlıştır. Irak’ın Lübnan’dan farkı şu: Irak meselesi açık bir işgaldi. Dolayısıyla Türkiye’nin Irak’a asker göndermesi işgal gücü çerçevesinde olacaktı. Öyleyse, hareketiniz kadar, ne zaman nerede ve niçin hareket ettiğiniz de o kadar çok önemli ve meşruiyet veya adem-i meşruiyet nedenidir. Lübnan’da ise boyut farkı var. Uluslararası barış gücü geldiğinde, İsrail, yeniden işgal ettiği sınır şeridinden çekilecek. Lübnan boyutunda, İsrail’i, Hizbullah füzelerinden korumak varsa da son şartlar ışığında buna Hizbullah da razıdır. Dolayısıyla Türkiye burada hasım tarafların ortak böleni haline gelmiş bulunuyor. Bu itibarla, Türkiye Lübnan meselesine angaje olmalı ve bu vesile ile yani Lübnan üzerinden yeniden bölgeye dönmelidir. Bu kısa vadede İsrail ve ABD’nin işine gelse de uzun vadede bizim ve bölgenin çıkarınadır. Türkiye’nin Filistin cephesinde gözlemci sıfatıyla bir deneyimi olduysa da son durum daha kapsamlıdır. Türkiye’nin deneyimlerini zenginleştirecektir. Binaenaleyh Türkiye bu son Lübnan fırsatını iyi değerlendirmeli. Bunu yaparken elbetteki bir takım hususlara iyi dikkat etmelidir. Özellikle de İsrail’in tetikçisi durumuna düşmemelidir. Bu nasıl olur? BM’nin kararı doğrultusunda Lübnan güçleri değil de BM güçleri -örgütün rızası hilafına- Hizbullah’ı silahlardan arındırmaya kalkışırsa Türkiye de dahil bu güçler tetikçi durumuna düşer. Dolayısıyla Türkiye taraflardan birisine angaje olmamalıdır.
***
Türkiye Lübnan’da tarafsızlığını en iyi bir şekilde ancak BM şemsiyesi altında sürdürebilir. Bu bağlamda, görevi barışı tesis değil barışı koruma olmalıdır. Barışı tesis de İsrail’in istediği bir şeydir, bu durumda oradaki güç farkına varmadan İsrail’in maşası ve tetikçisi konumuna düşer. Afganistan’da durum maalesef böyledir. Dolayısıyla Türkiye NATO üyesi olmasına karşın, faraza Lübnan’a konuşturulacak NATO gücü içinde bile yer almamalıdır. Lübnan krizi Türkiye’nin yeniden Ortadoğu’ya dönüşünün ayaklarından birisi olarak bir daha ele geçirilemez altın bir fırsattır. Türkiye bunu hem bölge hem de kendi yararı için değerlendirmelidir. Bununla birlikte, bu fırsatı fırsatçılık bağlamında değil de ahlaki ve etik bağlamda değerlendirmelidir. Maksadı, yapıcı olmalıdır. Bu anlamda Türkiye’nin Lübnan’ın güneyindeki varlığı BOP adına olmayacaktır. Keza Şii üçgenine karşı Sünni kuşağın bir temsilcisi de değildir. Bölgede mutasavver Şii ekseni veya üçgeni ABD ikame etmeye çalışmaktadır. Veya askeri maceraları bunu intaç etmiştir. Buna mukabil bir de karşısına Sünni kuşak dikmek istiyorlar. Bunun sonucu bölgede ikinci bir utanç duvarı yükseltilmek istenmektedir. İsrail Filistinlilerle arasına duvar örerken Suudi Arabistan’ın da Şii üçgene karşı Irak sınırına bir duvar çekmeyi tasarladığı ileri sürülmektedir. Zaman zaman Irak’ın kuzeyindeki Kürtlere karşı Türkiye sınırına da benzeri duvar örme tezleri gündeme gelmişti. ABD Irak’ı önce zihinlerde üçe bölmüş ve bunu defacto haline getirmiştir. Bush bugün Irak ve Türkiye’nin toprak bütünlüğüne saygılı olduğunu söylese de söyledikleri değil yaptıkları huccettir. Gözünün yaşlarına değil ellerinin yaptığına bakılır. ABD’nin Irak’ta yaptığını İsrail de Lübnan sınırında yapmak istemekte ve Araplardan ve Türklerden müteşekkil bir Sünni barış gücü talep etmektedir. Dolayısıyla böyle bir görüntü İsrail’in ve ABD’nin ekmeğine yağ sürer. Bu itibarla, barış gücü karma olmalıdır.
***
Lübnan’a asker sevki konusunda hükümetin yaklaşımı dikkatli ve yerindedir. İleri sürdüğü bir takım şartlar da makul ve makbuldur. Elbette muhalefetin kaygıları da yerindedir. Bunun sağlaması, Türkiye’nin şartlarını kabul ettirebilmesine bağlıdır.
17.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|