Başbakanın artan PKK saldırıları üzerine iç kamuoyuna verdiği “Sabrımız taşıyor” mesajları kimi kesimlerde “Kuzey Irak harekâtı yolda” şeklinde yorumlanmıştı.
Ama Erdoğan Bush’la yaptığı son telefon görüşmesinde de ABD’nin bu konudaki bilinen tutumunun değişmediği mesajını aldı
Dolayısıyla, Dışişleri Bakanlığına çağrılan ABD ve Irak büyükelçilerine “son bir uyarı daha” yapılarak, PKK’nın işini bitirmeleri için “30 Ağustos’a kadar” süre verildiği yolunda uçurulan haberlerin bir geçerliliği yok.
Nitekim bilâhare bu süre üç aya uzatıldı.
Bu durumda, sürecin ilerleyen safahatında işin “çıkmaz ayın Çarşamba’sı”na havale edilmesi hiç de şaşırtıcı olmayacak.
Bunları, “Kuzey Irak’a harekât yapalım” diye yazmıyoruz. Aksine, öyle bir harekâtın Türkiye için tehlikeli bir tuzak olduğuna ve kesinlikle bu tuzağa düşülmemesi gerektiğine inanıyoruz.
Çünkü böyle bir harekât hem Türkiye’yi Allah'ın lütfuyla girmediği Irak bataklığına çeker, hem bölgedeki Kürtlerle karşı karşıya getirir, hem içeride farklı bir atmosferi hakim kılarak zaten çoktandır durağanlaşan demokratikleşme sürecini tümüyle inkıtaa uğratır.
Ayrıca, şartların elverişli olduğu eski dönemlerde bölgede yapılan operasyonların PKK’yı bitirme noktasında kalıcı bir sonuç vermediğini de gözardı etmemek gerekiyor.
Kaldı ki, herşey bir yana, ABD de, Irak da Türk askerinin oraya girmesini istemiyor.
Son “ültimatom”lardan sonra da bu tavır değişmiş değil. Bush, PKK’ya karşı “daha agresif” olacaklarını söylüyor, ama yaptıkları şey terör örgütüne bir kez daha “silâh bırak” çağrısında bulunmaktan, konuyu özel koordinatör adı altında yine komisyona havale etmekten ve PKK bürolarını kapatma söylemlerinden öteye gitmiyor. Ve “PKK’yı siyasallaştırma” planları hâlâ masada tutuluyor.
Bu tavrın değişmesi de beklenmiyor.
Burada ilginç olan nokta, ABD’nin Kuzey Irak’a girmesine kesinlikle izin vermediği Türk askerine Lübnan yolunu göstermesi.
Öyle ki, ABD’nin, “ajan” olduğu yakınlarda ifade edilen eski Ankara Büyülelçilerinden Marc Grossman, bu noktada AKP hükümetinin Beyaz Saray’la diyalogunun ilerlemesini, “Türkiye’nin Lübnan’daki barış gücüne katkıda bulunması” şartına bağlayacak derecede ısrarlı ve keskin bir tavır ortaya koyuyor.
Öte yandan, İsrail Başbakanı Olmert Güney Lübnan’a “ateşkesten önce” konuşlanmasını ve savaşçı birliklerden oluşmasını istedikleri barış gücünde Fransa, İngiltere, İtalya ve Avustralya ile birlikte Türkiye’yi de görmeyi arzu ettiklerini söylerken, “Türk ordusu ve hükümetine çok güveniyoruz” diyor.
Buradaki hesap, BM adı altında İsrail’i koruyup kollayacak ve İsrail adına Hizbullah’la savaşacak bir gücün oraya yerleştirilmesi.
Böyle bir güce katkıda bulunanların, İsrail’in suç ortağı durumuna düşme ve bölge halkınca öyle görülmeleri riski çok yüksek.
İsrail’i örnek alıp Kuzey Irak’a girme hevesi “Türkiye İsrail olmasın” itirazına takılmıştı.
Aynı şey Lübnan için de geçerli değil mi?
17.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|