Türkiye’nin BM Barış Gücü çerçevesinde Lübnan’a asker gönderilmesi konuşuluyor ve bu ihtimal gerek hükümet ve gerekse asker nezdinde daha kuvvetli ihtimal olarak görülüyor. Ne var ki, medya ve bir takım kuruluş temsilcileri genelde böyle bir harekâta temelden karşı olduklarını yoğun bir şekilde dile getirmektedirler. Gerekçeleri aşağı yukarı aynı temellere dayanıyor. “Oraya İsrail’i korumak üzere gidiliyor. Mehmetçik orada şehit verirse Türkiye’de kamuoyu ayağa kalkar. İsrail veya ABD, bir kumpasla Hizbullah’ı Türk ordusuna saldırıyor imajı vererek Türkiye’yi tuzağa düşürür. vs. vs.”
Şüphesiz ki bu ihtimaller akıldan ve realiteden uzak değil. Başbakan Harirî suikast sonucu öldürüldüğünde suç Suriye’ye atılmış, Lübnan halkının tepkisi sonucu orada konuşlandırılmış olan Suriye silahlı kuvvetleri Lübnan’dan çekilmek zorunda bırakılmıştı. İlginç olan Suriye güçlerini kovarcasına geri çektiren Lübnan halkı, bugün İsrail işgali sonucunda sayısı yüzbinlerle ifade edilen bir çoklukla Suriye’ye sığınmak zorunda kalmıştır. Siyasetin bambaşka bir sanat, özellikle de netice alma sanatı olduğunu gösterir ibretlik bir durum sergileniyor gözlerimizin önünde.
Türkiye’nin Lübnan’a asker göndermesi Tezkere olayına pek benzemiyor. Orada ABD ile işbirliği ağır basıyordu. Lübnan’da ise BM çerçevesinde bir harekât sözkonusudur. Bir kere Türkiye bölgeyle tarihî, kültürel ve stratejik konumu gereği ister istemez bağlantılı ve etkileşime açık bir ülke konumundadır. Kamuoyunun son katliâmları ve zulümler karşısında nasıl feveran ettiğini hepimiz biliyoruz. İnsaflı Yahudi vatandaşlarını bile vicdanen rahatsız eden böylesi bir işgal karşısında dünya kamuoyundan daha şedit bir şekilde işgali tel’in ettik ve bir şeyler yapılmasını istedik. Bu konuda sağcı-solcu herkes hemfikir. Ancak bir şeyler yapılmasını başkalarından beklediğimiz ve kendimizi sakladığımız da bir gerçek. Gerek BM’ye, gerek ABD’ye ve gerekse İngiltere, Avusturalya gibi ülkelere güvenmediğimiz gibi koca Arap âleminin de bir şeyler yapamayacağına kaniyiz. Peki bu durumda katliâmı kim durduracak? O zaman İsrail’in kendi kendine insafa gelmesini beklemek mi gerekiyor? Bunun mümkün olmadığında da herkes hemfikir.
Asker göndermeye gönüllü Türkiye, elbetteki ihtimal hesaplarını iyi yapacaktır. Şimdiden şartlarını sağlamca belirlemiştir. BM’nin daimi ateşkes kararı alması, işgal edilen yerlere tekrar Lübnan askerlerinin yerleştirilmesi, İran, Suriye, Lübnan gibi tüm tarafların asker konuşlandırılmasına rıza göstermesi, barış gücünün Hizbullah’la uğraştırılmaması ve yerleşecek güce Arap devletleri askeri yerine Malezya, Endonezya, Pakistan askerlerinin bölgede bulunması. Bu şartlara teminat verilirse Türkiye’nin Lübnan’a asker göndermesi, barış amaçlı olduktan sonra pek sakıncalı durum arzetmiyor. BM’nin geçenlerde aldığı l701 sayılı kararındaki İsrail lehine görünen maddeler elbetteki asker gönderme süreciyle son bulacaktır. Aksi takdirde Barış Gücü, İsrail’i koruma gücüne dönüşür ki bu imtiyazın devamına hiçbir ülke razı olmaz.
Bir zamanlar Bosna’daki Sırp katliâmı karşısında çaresiz kalmıştık ve bir şeyler yapılsın istiyorduk. Asker çıkarma da dahil. Sonunda oldu. Sırplar hariç tüm dünya rahatladı, huzur buldu. Srepneniçka katliâmına seyirci kalan Tüm dünyaya, özellikle Boşnakları korumada pasif kalan Hollandalı askerlerlere lânet yağdırdık. Keşke orada Mehmetçik olsaydı diyorduk. Geçmişte Kore, Somali, Afganistan gibi ülkelerde barış amaçlı asker bulundurmamız faydadan hali olmadı. En azından Türkiye’nin uluslararası platformlarda ne zaman, niçin neyi yaptığını bilen bir ülke olarak itibarı ve ağırlığı kabul görür hale geldi. Lübnan’da yapılacak olanlar da bundan farklı değildir.
En kötü ihtimalle İsrail, eğer bir kumpasla Hizbullah yapıyor göstererek Türk askerine saldırı düzenletirse bunun ceremesini İsrail çekecektir. Türk ordusu, bu oyuna gelecek kadar tecrübesiz, İsrail de böyle bir şeye tevessül edecek kadar akılsız değildir. Risk ve rizikoya gelince, risk almadan hiçbir devlet, hatta hiçbir fert bir iş yapamaz. ABD, İngiltere, Rusya ve İsrail gibi bir çok ülke bugünkü konumlarına risk alarak geldiler. Ve yine risk alarak yollarına devam ediyorlar. Bugün ABD, onca maddî güç ve bilim/teknik birikimine dayanarak süper güç olmuştur. Bedel ödeyerek bir yerlere gelebilmiştir. Durduk yerde süper güç olunmuyor ki.
Netice olarak, İsrail’e bir takım yaptırımlar ve sınırlamalar getirebilmek, en azından katliâmlarına son verebilmek için BM nezdinde yetkileri olan ve gerektiğinde inisiyatif kullanabilecek bir barış gücünün Lübnan’da bulunmasında fayda var kanaatindeyiz.
17.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|