Meşhurdur, bir muharebede dördüncü Halife Hz. Ali (r.a.) Efendimiz, rakibini yere sermiş tam kılıcı vuracağı sırada ölümü kaçınılmaz olan hasmı, can havliyle yüzüne tükürmüş. Bu saniyeden sonra Hz. Ali Efendimiz hasmını öldürmekten vazgeçmiş ve onu serbest bırakmış. “Ya Ali, beni niçin öldürmekten vazgeçtin? Ben seni öfkelendirmek ve ölümümü çabuklaştırmak için senin yüzüne tükürdüm. Oysa tam tersine sen beni serbest bırakıyorsun?” sorusu üzerine Adalet-i Mahza kahramanı, ihlâs âbidesi, Allah’ın aslanı Hz. Ali (r.a.) şu düşündürücü cevabı vermiş: “Ben seni Allah için öldürecektim. Cihad sırf Allah için savaşmaktır. Oysa sen son anda yüzüme tükürdün. İşin içine şahsî öfkem ve nefsime ait hırs karıştı. Bu halimle seni öldüremezdim. Zira cihad sırf Allah için yapılır. Onun için seni serbest bırakıyorum.”
Birinci halife Hz. Ebûbekir-i Sıddık (r.a.) Efendimizin, yanılmıyorsam Zeyd bin Üsame komutasındaki İslâm ordusuna Medine’den çıkışta uğurlama konuşması yaparken insanlık ve adalet tarihine altın harflerle geçecek ve bize göre her milletin ve devletin askerî okullarının ve kışlalarının en görünen yerine, en büyük ve muhteşem harflerle yazılması gereken savaş hukukunu ve savaştaki adaletin anayasasını şu maddelerle belirlemiştir. 10 maddeye tekabül eden bu öğüt ve direktifleri kısaltarak yazarsak: Çocuklara; kadınlara; yaşlı, sakat ve hastalara; mabedinde Allah’a ibadetiyle meşgul din adamlarına asla dokunulmayacaktır. Düşman arazilerinde bile olsa meyve veren ağaçlara, yeşilliklere, bağ ve bostanlara zarar verilmeyecek; hayvanlar öldürülmeyecek, telef edilmeyecek; düşmandan ele geçen ganimet sahiplenilmeyecek; kadınlara, kızlara tecavüz edilmeyecek; yaralı düşman askerine kötü muamele yapılmayacak; esir olanlara iyi davranılacaktır.
Bu sırdandır ki İslâm orduları Hz. Peygamber (asm) Efendimizin vefatından sonra, çok değil, 30-33 sene içinde milyon kilometrelik topraklara fütuhatla yayılmış ve farklı dil, din ve milletlere adaletle hükümranlık yapabilmişlerdir. İnsanlık hâlâ o devirden kalan adalet hasretiyle yanmaktadır ve hâlâ o dönemdeki huzura susamaktadır.
Bu savaş hukukunu yüzyıllar boyu elinden geldiğince yaşatan ecdadımız, inanılmaz zaferlere imza atmıştır. Sözgelimi aynısının tıpkısını Çanakkale Savaşında bizzat kahraman Mehmetçiğimiz uygulamıştır. Bu sebebtendir ki yedi düvele karşı muhteşem bir galibiyet kazanmakla beraber dünyaya insanlık dersi vermesini de bilmiştir.
Yakın zamanda yani 1974’lerde yaptığımız Kıbrıs Barış Harekâtı esnasında da onca yıpratılmaya ve dejenere edilme çalışmalarına rağmen aziz milletimizin necip evlâtları genlerine işlemiş olan bu cihan hâkimiyeti döneminden kalan adalet duygusuyla savaşmış ve yine herkese parmak ısırtan bir sür'at ve cesaretle Kıbrıs’taki soydaş ve dindaşlarımızı Rumların katliâmından kurtarmıştır. Savaştan çok sonra “Paşam, Kıbrıs harekâtı esnasında acaba bir askerimiz herhangi bir Rum kızına tecavüze yeltenmiş midir?” sorusuna karşı adını hatırlayamadığım emekli komutanımız ağlayarak şu cevabı vermiştir: “Size yemin ederim ki hiçbir asker evlâdımız böyle bir şeye tevessül etmemiştir. Eğer böyle bir şey yapacak olsalardı Allah bu zaferi bize lutfeder miydi?”
Netice-i kelâm İsrail’in büyük başı Olmert, yaptıkları şeni cinayet, çocuk katliâmı ve tahribattan dolayı dünya kamuoyunun eleştirilerine karşılık verdiği cevap düşündürücüdür. “Kimse bize adalet dersi vermeye kalkışmasın. Biz İsrailoğulları, Yahudi ahlâkına bağlıyız. Yahudi adaletiyle hareket ediyoruz.” Söylenecek bir şey yok gerçekten. “Adaletinle bin yaşa”! demekten başka. Öyle ya bu ahlâka göre Huruç’tan önceki Mısır’da Musa (a.s.) ve İsrailoğullarına zulmeden Firavun’un da, İkinci Cihan Savaşındaki Yahudi katliâmlarıyla meşhur Nazi hareketinin lideri Hitler’in de adalet ve savaş ahlâkı bugünkü Olmert İsraili’inin yaptıklarından pek farkı yoktu. Demek onlar adaletli kişilerdi (!) Allah böylesi adaletten bizleri korusun. Böylesi bir anlayışa göre Davut ve Süleyman Aleyhimüsselâmların bile adaleti adalet değil, zulüm sayılmalı herhalde. Ya da Davut ve Süleyman Aleyhimüsselâmların savaş ahlâkı bu günkü Yahudilere yabancı. Ne diyelim “zulm ile âbâd olan, sonunda berbat olur.” Yakında göreceğiz kimin âbâd veya berbad olacağını.
11.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|