İzmir’den okuyucumuz: “Alış veriş için gelen müşterilere hırsızlık yapabilir düşüncesi ile tereddütlü bakmamızın mahzurları var mıdır? Dükkânımızdan bir şey kaybolduğu veya eksildiği zaman müşteriden şüphe etmemiz sû-i zanna girer mi? Müşterilerin bazıları için, ‘Bunları gözüm tutmadı’ diyebilir miyiz?”
Hayat risklerle doludur. Her işin bir rizikosu olduğu gibi, ticaretin de riskli yanları var şüphesiz. Müşteri kılığında gelen kişi, alacağı mallar için seçim yaparken, hatta göz boyamak için bir kısmını alırken, aynı zamanda bir hırsızlığın eylem plânını yapıyor da olabilir. Pişkince yapıyorsa, bizim gözümüzden de kaçabilir.
Fakat biz, her müşteriyi böyle töhmet altında bırakamayız. Çünkü dükkânımıza genelde hırsızlar girip çıkmıyor; çoğunlukla müşteriler girip çıkıyorlar.
Muhatabın içinden geçeni bilen hiçbir meslek yoktur. Her müşteri hakkında kötü tahmin yürütmekle haksızlık yapılmış olacağı şüphesizdir. Herkes hakkında hüsn-ü zan edelim; ama adem-i itimadı da elden bırakmayalım. Yani, “Hüsn-ü zan, ama adem-i itimat” eksenini muhafaza etmekte fayda var. Hüsn-ü zan ve adem-i itimad, ne haksız yere suçlamayı ve ithamı ihtiva eder, ne şüpheye ve tereddüde meydan verir, ne de art niyetli birisine imkân sağlar! Yani gerek müşteri-satıcı ilişkilerinde, gerek esnaf-bayi ilişkilerinde, gerekse her türlü ticarî işlemlerimizde hüsn-ü zannı esas tutalım; bizimle alış-veriş yapanın başka türlü bir art niyet taşımadığını var sayalım. Fakat bu varsayımımız, onunla ilgili gerekli tedbirleri almayacağımız mânâsına da gelmesin; yani âdem-i itimadı esas alalım.
Meselâ, dükkânı veya kasayı ona güvenip bırakıp gitmeyelim, satış reyonlarında kendi başına kalmasına izin vermeyelim, ortada kıymetli eşya bırakmayalım, müşteri olmadığı izlenimini uyandıran davranışlarını gördüğümüzde nazikçe uyarıp dükkânın kapısını gösterelim. Veya malları sardırdıktan sonra, “Parasını az sonra getireyim” diyen birisini eğer tanımıyorsak, bırakmayalım, önce parayı getirmesini nazikçe isteyelim.
Bu ve buna benzer tedbirler sû-i zanna girmez. Nezâketi elden bırakmamak kaydıyla, tedbir her müşteri için alınabilir. Hatta davranışları şüphe uyandıran müşteriler için “gözüm tutmadı” denebilir ve davranışları hakkında yorum yapılabilir. Bunlar tedbir sınıfına girer.
Dükkânımızdan veya ortalık yerden bir şey kaybolduğunda iki ihtimal gündeme gelir: Ya biz onu başka bir yere almışızdır ve unutmuşuzdur. Ya da birisi almıştır. Birisi almışsa, dostluğumuza güvenip, kullanıp geri getirmek niyetiyle almış olma ihtimalini de düşünmek lâzım. Yani başlangıçta mümkünse suçlamasız bir seçenek aramalı, suçun bir kısmını kendi üzerimize de almalıyız.
Nezaketi elden bırakmayalım; ama müşteri kırılacak veya gücenecek diye tedbir almamazlık da yapmayalım.
***
Sakarya’dan okuyucumuz: “Hazret-i Âdem’in (as) çocukları nasıl evlendiler? Kardeş değiller miydi?”
Fıtrat da, şeriat da, yaratılış da, hüküm de Cenâb-ı Hakka aittir. O dilerse hükmünü ve şeriatını değiştirir, dilerse fıtratları ve yaratılışları değiştirir. Hüküm ve irâde onundur. Biz buna iman ediyoruz.
Cenâb-ı Allah nasıl ilk insanın harcını bizzat kudret eliyle yoğurdu ve yarattıysa, ikinci ve üçüncü sıradaki insanlar için de ya doğrudan kudretiyle, ya hükmüyle, ya da şeriatıyla bir yaratılış modeli elbette getirmiştir. Bunu bizden soracak değil.
Cenâb-ı Hak kardeşlerin evlenmesini haram kılmış ve bu haramlığı insanın fıtratına yerleştirmiştir. Bu gün hak dine inansın inanmasın, kardeş evliliği dünyada hiçbir toplumda yoktur. Fakat insanlığın yeni çoğalmaya başladığı o günde, Cenâb-ı Hak o insanların fıtratlarıyla da örtüştürdüğü farklı bir şeriatı pekâlâ uygulayabilir. Fıtratlarımız, kalplerimiz, nefislerimiz ve hayatlarımız Cenâb-ı Allah’ın elinde ve iradesindedir.
Hazret-i Âdem’in (as) ilk çocuklarının nasıl çoğaldıklarıyla ilgili Kur’ân’da açık bir bilgi yok. Öyleyse bizim o konuyu merak etmemize gerek de yoktur. Bir takım rivayetler—ne derece güvenilir, tartışılır—sıralanabilir. Ama ne gerek var? Kur’ân’ın bildirmediği bir konuda bize teslimiyet düşüyor. Binlerce yıl sonra Hazret-i İsa’yı (as) Hazret-i Meryem’in rahminde babasız yaratarak bir örnek gösteren Cenâb-ı Allah, Hazret-i Âdem’in (as) kızlarının rahminde babasız çocuklar yaratmaya kadir değil mi? Elbette kadirdir. Zaten bu durumda bile, ilk karından sonra bu çocuklar birbirleriyle en yakın teyze veya akraba çocukları oluyorlar ki, böylece birbirleriyle evlenebilmeleri bizim şeriatımızla da mümkün oluyor.
Bununla beraber Cenâb-ı Allah onlara farklı bir şeriatla da muamele buyurabilir. Meselâ—yaygın olan şekliyle—ikiz doğmayanları birbirleriyle kardeş kılmayabilir ve böylece evlenmelerine imkân vermiş olabilir. Allah’ın hikmetinden suâl sorulmaz.
11.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|