Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 06 Ağustos 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Abdurrahman ŞEN

Turizmdeki hâlimiz



Kısa bir Ege turu yapmak bu sene de kısmet oldu… Eh… O halde gördüklerimizden hareketle, turizmimizin kendimizce bir fotoğrafını çekelim…

Öncelikle yollar… Karayolları… Her yıl bir öncekinden daha güzel ve modern hâle geldikleri kesin… Öyle ki bir ara eşime; “normal bir insan bu yollarda kaza yapmak için uğraşsa zor başarır…” deyiverdim… Gerçekten çoğu noktalarda “duble yol”larımızda artış var… Ama elbette yeterli değil ve turizm sezonunda bu inşaat, kazı gibi tozlu-topraklı işlerin durumu daha iyi plânlanmalı…

Yalnıııız! Bilhassa şehir giriş çıkışlarındaki bilgilendirme ve yönlendirme tabelâlarında daha kapsayıcı ve yönlendirici olunması şart. Bazı şehirlerimizin giriş ve çıkış noktalarındaki bu tabelâlarda yol üzerindeki ilk ilçe veya il değil de –meselâ- sadece “Ankara- İstanbul” diye bir tabelâyı görmek yeterli olmuyor…

Bu arada mola noktalarındaki lokantaların kaliteleri arasında (hizmet anlayışı ve başta temizlik açılarından bakınca) uçurumlar olması da dikkat çekici… Bildiğin kadar tercih yapıyorsun ama… Her yeri de bilebilmen mümkün değil… Onun için galiba teftişlerin sıkı ve ciddî olması şart…

Turistik bölgelerimizdeki insan unsuru…

Turistik beldelerimizdeki yemekli yerlerin bütünün adının, bölgeye hâkim olan yabancı ülke dilinde seçiliyor olmasından, konuştuğunuzda o ismi koyan işletme sahibi de memnun değil… Ama… Turizmi, “yabancıya benzemek” olarak algılayan mantıktan kendilerini kurtaramıyorlar…

Meselâ şirin beldelerimizden Didim, neredeyse tamamen İngiliz kolonisi gibi…

Birkaç esnafla “mösyö” hitabı yüzünden şaka yollu tartıştım… İkaz etmeye gayret ettim ama… Ne mümkün! Dükkândan içeri giren herkesi “yabancı” kabul eden bir mantıkla başlıyorlar hitaba… Kapı önlerinde müşteri davet eden gençlerin hemen hepsinin üzerinde İngiliz millî takımı futbolcularının formaları var… İş yerlerinin isimleri de İngilizlerin sempatisini çekecek (?) türden seçilmiş zaten.

Özellikle lokantalarda yabancılara özel (?) fiyatlar uygulandığını da söylemek mümkün!

Tabi bir önemli nokta da çarşılar…

İstanbul’da Kapalıçarşı-Sultanahmet ekseninde yapacağınız kısa bir tur; Kuşadası, Marmaris, Didim, Bodrum vb. bölgelerdeki çarşıları dolaşmanızla eşdeğer… Aynı giysiler, aynı hediyelikler… Arada değişen tek şey yerin adı ve sizin kılık-kıyafetinize verecekleri değer… Çünkü üzerinde etiket olmayan birçok malın fiyatını sorduğunuzda, şöyle bir sizi süzüyorlar ve ondan sonra, “sen …….. ytl ver!” diyorlar… Aynı malı soran bir başka müşteriye ikinci satıcının başka fiyat söylediğini duymak için biraz dikkatli olmak yeterli…

Didim pasajındaki Kulp’lular…

Turistik beldelerimizdeki insan unsurundan bahsederken altını çizmemiz gereken bir gerçek var… Hemen hemen her tatil beldemizdeki lokanta, cafe, restoran, giyim dükkânları ve hediyelik eşya satanların çoğunu güneydoğulu insanlarımız oluşturuyor…

Didim merkez çarşısında ayakkabı, terlik satan genç bir esnafla aramızda geçen diyaloğu ise sizlerle “yorumsuz” olarak paylaşmak istiyorum…

-“Buralı değilsin galiba birader…”

-“Evet ağabey… Diyarbakırlıyım… Kulp’tan!”

-“Diyarbakır Kulp nereeee Didim nere?”

-“Ah ağabey… Bizim Kulp’ta bir kaplıcalar vardır… Allah inandırsın orayı bi görseniz bi daha Didim neymiş? Hayatta buralara gelmez, her yıl Kulp’a gidersiniz…”

-“İyi de kardeşim… O zaman sen niye bırakıp geldin o güzellikleri de orada kalıp bu düzeni orada kurmak istemedin? Orayı da Didim gibi yapmak noktasında hiç çaba gösterdin mi?”

-“Bi kere buralara geldik ağabey… Ama hakikaten Kulp’un güzellikleri buralardan fazladır…”

-“Bak canım kardeşim… Ben buraları gelip rahat rahat geziyorum… Ama çok istememe rağmen dediğin bölgelere gezmek için gitmeye cesaret edemiyorum… Oralardaki hareketin durması lâzım… Oraların da Didim kadar güvenli olması lâzım ki ben de o zaman rahat rahat meselâ Kulp’a da gidebileyim…”

-“Haaaa… O dediğin başka iş ağabey! Onu hiç karıştırma!”

Didim’deki Kulplu kardeşimle başkaca bir şey konuşmadık… Sadece son olarak komşularının nereli olduğunu sordum ve pasajdaki esnafta çoğunluğun Diyarbakırlılarda olduğunu öğrendim…

Akşam saatlerinde bir turist kadınla yakınlık kurabilmek adına yapılanları ise hatırlamak bile “Anadolu delikanlısı” sıfatı adına işlenen bir cinayet olarak tüylerimi diken diken etmeyi sürdürüyor…

Son bir not… Bodrum’a oldum bittim mesafeliyimdir ve sevmem… Ama bu yıl kısa bir Bitez iskânımız oldu. Türkülere geçmiş hikâyeleriyle ünlü o güzelim beldenin plajının ortasındaki bir mescid dikkatimi çekti… Plajın ortasındaki bu mescidin belli bir cemaatinin olması, hele hele Cuma vaktinde avludan yola kadar taşıp saflar oluşturulması, -kim ne derse desin- milletimizdeki imanın varlığını göstermesi açısından başlı başına ibretlikti… Sevindiriciydi…

Kim “korsan”, kim “imparator”?

Yıllar önce Rauf Tamer usta Tercüman’da, bugünkü “televole” mantığının ilk işaretlerini sezmiş olmalı ki “ahlâk” anlayışındaki yozlaşma ve çifte standardı anlatmak için şöyle bir yorum yapmıştı: “Bir erkekle bir kadın Zeytinburnu’nda nikâhsız olarak birlikte olurlarsa fuhuş yapmış olurlar… Bir erkekle bir kadın Nişantaşı’nda nikâhsız olarak birlikte olurlarsa aşk yaşamış olurlar!”

Bu çifte standart ve yozlaşma, Rauf ustanın tesbitinden çeyrek yüzyıl sonra aynıyla vâki… Hem de sadece kadın-erkek ilişkilerinde de değil… Spordan siyasete, iş ilişkilerinden uluslar arası siyasete kadar her alanda…

Yıllarca “Hitler zulmünün mağdurları”nı oynayan İsrail’in yöneticilerinin bugünkü câniliklerini anlamamıza da yardımcı olacağını sandığım küçük bir anekdotu paylaşalım sizinle…

St Augustine, Büyük İskender’in esir aldığı bir korsanın hikâyesini anlatır…

İskender korsana;

-“Hangi cesaretle denizlerde saldırganlık yapabildin?” diye sorar.

Korsan; 

-“Sen hangi cesaretle tüm dünyaya saldırabildin?” diye cevaplar… Ve sürdürür;

-“Ben sadece küçük bir gemiye sahip olduğum için ‘korsan/hırsız’ diye adlandırılıyorum. Sen ise aynı şeyi çok büyük donanmayla yaptığın için ‘imparator’ diye adlandırılıyorsun.”

06.08.2006

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (30.07.2006) - Gazeteci hatıraları

  (23.07.2006) - Türk tiyatrosu var mı?

  (09.07.2006) - “İlericilik-gericilik” üstüne…

  (02.07.2006) - Kenan Evren Sibel Can’ı dinleyince!

  (18.06.2006) - Akıl verenleri gördükçe

  (11.06.2006) - “Nev-i beşer...” meselesi!

  (04.06.2006) - Hayırdır inşallah!

  (28.05.2006) - Tarihten dersimizi bir alabilsek!

  (21.05.2006) - Herkes ağzından çıkanı duymalı!

  (14.05.2006) - Yazmaktan bir fırsat bulabilsek!

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahaddin YAŞAR

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004