Kur’ân, “Sonra o gün bütün nimetlerden sorulacaksınız” (Tekâsür Sûresi) buyurur.
En güzel organ, duygu ve yeteneklerle donatılan, en mükemmel bir şekilde beslenip büyütülen insanoğlunun elbetteki başıboş ve sorumsuz olması düşünülemez. Her türlü nimetten sorguya çekilmesi gibi tabiî birşey olamaz.
Başta sahabe olmak üzere Kur’ân’ı en iyi anlayan ve yaşayan herkes bu sorumluluğu hissedegelmiştir. Ömrü boyunca bu duygudan bir an için olsun ayrılmayan ilim sahibi Ebu’d-Derda, Rabbinin, kendinden, nasıl hareket ettiğini soracağından korktuğunu söyler; der ki: “‘Bildiklerinle neler yaptın?’ diye sorulur bana. Sonra da bir kısım şeyleri emreden ve yasaklayan âyetlerin gereğince amel edip etmediğim sorulur. Emredici âyetler emirlerine uymadığıma, yasaklayıcı âyetler de yasaklara uymadığıma şehadet ederler.”
Bütün mesele İslâmı çok iyi öğrenmek, hayata geçirmek, gereğince emel etmek ve hep bunun şuuruyla yaşamak.
Birgün Huzeyfetü’l-Yemanî Medain’de vali iken halka yaptığı bir konuşmada âyetle kıyametin yaklaştığına dikkat çekip, “Bugün hazırlık, yarın da yarış günüdür” demişti. Ebû Abdurrahman es-Sülemi de oğluyla birlikte toplulukta bulunmaktaydı. Oğlu babasına sordu: “Ne yarışı baba bu? Yarın halk yarış mı yapacak?” “Hayır evlâdım, amellerde yapılan bir yarış bu, cennete yapılan yarış.”
Evet, bugün amellerde hazırlık yapıyoruz. Yarın da yarışa gireceğiz.
Dünyayı bir misafirhane, kendini bir misafir ve yolcu olarak gören sahabe hep göç halinde olduğumuzu düşünürdü. Utbe, valiliği döneminde birgün halka şöyle seslenmişti: “Sizler bu dünyadan sonsuz bir âleme göç etmektesiniz. Öyleyse göçünüzü, elinizdeki imkânları en iyi şekilde değerlendirip, öyle yapın.”
Yolcu, misafir ve göç! Hiç unutulmaması gereken hakikatler! Hele iş ve yarış!
06.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|