Birgün Allah Resûlü (asm), İbni Ömer’in omuzundan tutup der ki: “Dünyada kendini misafir ve yolcu gibi gör. Kendini kabirdeymiş gibi say.”
Bu öğüt, İbni Ömer’de o kadar etki yapar ki, şöyle demekten kendini alamaz: “Akşama eriştiğinde sabaha çıkacağını düşünme. Sabaha eriştiğinde de akşama kavuşurum diye umma. Sağlıklıyken hastalığın, yaşarken de ölümün için hazırlık yap.” (Buharî, Rekaik: 3; Tirmizi, Zühd: 23.)
Misafir, misafirhane sahibinin arzuları istikametinde hareket eder. Yolcu da hep gideceği yeri düşünür.
Dünyada Cenâb-ı Hakk’ın misafiri olduğunu bilen bir insana düşen de, Onun emir ve arzuları doğrultusunda hareket etmek, sonsuzluk yolculuğunda lâzım olacak şeylere dikkat etmektir.
Kendini kabirde olanlardan biri imiş gibi gören kimse orada rahat edeceği şeyleri yapıp yapmadığına bakar. Kabrini bir Cennet bahçesi olmaktan çıkarıp Cehenneme döndüren hareket ve davranışlardan uzak kalır.
Bir insan akşama erişmişse, o ona kadar sayısız nimet ve ikramlarla kendine bağışta bulunan Rabbine karşı şükürden başka yapabileceği ne olabilir? O vakte kadar yaşatan; sağlık, âfiyet ve daha nice nimetler ihsan eden Rabbine şükür ve hamd edecek ki sabaha kavuşmaya yüzü olsun.
Sabaha çıkmak bizim hakkımız olmadığı gibi gücümüz dahilinde de değil. Bir lütuf ve bağışla çıkıyorsak bize düşen yine şükürdür.
Ya çıkmazsak? Ona hak kazanmış değiliz. Allah istese çıkarmayabilir. Onu garantilemiş gibi hareket etmek akıllılık değil. Yarına çıkamayabileceğimizi, ölebileceğimizi düşündüğümüzde de, ölecekmiş gibi hazırlık yapmaktan başka ne yapabiliriz ki?
Hastalığa yakalanmamak için sağlığın kıymetini bilmek de akıllılıktır. Ya hayattayken geleceği kesin olan ölüm için çalışmak? En büyük akıllılık da bu. Hayat her an sona erebilir. Her an ecel cellâdı başımızı kesmek için gelebilir.
En verimli bir şekilde değerlendirilmesi gereken, ikinci bir denemesi olmayan bir hayatı pişmanlık dolu bir iklime taşımamak da akıllılıktır.
05.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|