Küfrün karanlıklarında kalmış, dehşetini bütün iliklerine kadar hissetmiş; hayatın tatsız, tuzsuz yaşanmaz hâle geldiğini fark etmiş, imanın aydınlığına kavuştuğunda her şeyin anlamını, değerini, önemini kavramış; gerçek huzurun, lezzetin mutluluğun ne olduğunu kavramış bir insan için elbet her şey İslâmdır. Bütün güzellikler onun sayesinde filiz verir, yeşerir, çiçek açar, meyve verir.
İnsan fıtratına uygun olan bu dini Allah’ın insanlık için seçmiş olması da bundan. İslâm hakikatlarıyla yeniden doğan, dirilen Hz. Ömer şöyle derdi: “Biz zillet içinde bir kavimdik. Allah bizi İslâmla şereflendirdi. Bunun dışında da bir şeref aramayız.”
Mugire bin Şube’nin, Kisra Zülhacibeyn’e söyledikleri de ilginç. İslâmdan önce leş yiyen bir topluluk olduklarını, herkesin kendilerini küçümsediklerini belirttikten sonra Allah’ın içlerinden en asil aileden, en doğru sözlü birini peygamber gönderdiğine, herşeyi onun sayesinde bulduklarına dikkat çekmişti.
Hz. Cafer’in Habeş kralına söyledikleri de bu açıdan önemli. Hz. Cafer, hükümdara, Allah’ın, aslını neslini yakînen bildikleri içlerinden birini peygamber olarak gönderdiğini, iyiliği, doğruluğu, vefakârlığı, emanete riâyeti emrettiğini belirtmişti. Her şeyi onun sayesinde kazanmışlardı. İslâmın kazandırdığı güzellikleri bir bir anlatmıştı.
Demek küfrün, dalâletin zulmeti içinde kalan kişi, İslâmın aydınlığına kavuştuğunda sayısız nimet karşısında memnuniyetini dile getirmekte, şükretmekten başka birşey yapmıyor.
İslâmsız, imansız hayat, hayat değildi onların dünyasında. Her şeylerini, bütün fazilet ve güzelliklerini İslâmla bulan insanların en büyük hedefleri Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaktı. Herşey bu istikamette olduğu ölçüde kıymet ve anlam kazanırdı. Onlar için en büyük şeref de buydu.
15.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|