Bir ölçme, değerlendirme vasıtası olan akıl; yapısı, işleyişi ve fonksiyonu itibariyle kendisini ve hayatı, “Beni, bu âlemi kim var etti; niçin var etti; maksadı nedir; ben neciyim, nereden geliyorum ve nereye gidiyorum, sonum ne olacaktır, ölüm ötesi hayat var mı; varsa nasıldır?” gibi sorularla sorgular, merak eder, araştırır. Şuurlu bir şekilde olmasa da derinden derine zihninde yankılanır. Her organ, duyu ve duygunun bir vazifesi olduğu gibi, aklın da asıl görevi; Yaratanını bulmaktır. Bunu da belgelere dayanarak yapar. Ki, aklın gereği delil üzerine gitmek olduğundan, Allah’a imân konusunda şöyle bir yol izler:
Basit bir harfin kâtibi; bir masanın ustası; bir resmin ressamı; bir fiilin faili varsa; şu muhteşem kâinatın da bir ustası, sanatkârı, yaratanı olmalı.
Bakterilerden yıldızlara, galaksilere kadar hiçbir şey, boşuna, hikmetsiz, gayesiz, amaçsız yaratılmadığına göre; aklın verilmesinin de bir ana gayesi vardır. O da, Yaratıcısını bulmaktır. Akıl ancak tahkikî, gerçek imân ile tatmin olur; hakiki gücüne ulaşır. Akıl, hem İlâhî, kudsî, maddî-manevî hazineleri açan pırlanta gibi bir anahtardır. Eğer şirk ve küfre düşse, o akıl, geçmiş zamanın elîm hüzünlerini ve gelecek zamanın vahşî korkularını insanın başına toplayıp belâ eden bir eziyet âleti olur.1 Aklını kullanmayarak, isim ve sıfatları sonsuz bir Yaratıcıya inanmayan; tabiatı, sebepleri “rab” bilecek veya atomlar adedince ilâh kabul etmek zorunda kalacaktır. Çünkü, hiçbir şuûr sahibi, kâinatın parçaları kadar şâhitleri bulunan yüce Yaratıcıyı inkâr edemez.
Öte yandan, meleklere, peygamberlere, kitaplara, İlâhî program kadere ve âhirete, yâni diriltilip sonsuz hayata mazhar edilmeye imân etmek aklî bir zorunluluktur. Çünkü, çok ince, hassas, girift, komplike bir planın, düzenin geçerli olduğu kâinatın bir Yaratıcısı olmalıdır. Aksi halde düzen devam etmez.
Bu küçücük dünyamızı sayısız çeşitli canlı-cansız varlıkla şenlendiren; uzaklardaki bir nebulanın da içinde yer aldığı muhteşem kâinatı boş bırakmaz; seyirci, mütâlâacı, dellâl, ilâncı, gözlemci, temsilci, haberci, koruyucu, ilham edici olarak melek ve ruhanilerle doldurur. Öyle ise melekler vardır. İnsanoğlunu dünyaya gönderen Zât; bunun hikmetini, gayesini, amacını bildirmek için öğretmen, bir elçi ve onun eline bir katalog vermesi son derece lüzumludur. Öyle ise, peygamberler ve semavî kitaplar gerçektir. Kâinatta israf yok. Dolayısıyla en muhteşem varlık israf edilmeyecektir.
Öyle ise, sonsuzluk yurdu Ahiret vardır.
200’e yakın tesbit edilen atomaltı parçalardan, hücre, uzuv, unsur ve kâinatın tüm cephelerine kadar görünen düzen, ölçü, denge, âhenk, uygunluk, hikmet göstermektedir ki; olmuş ve olacak her şeyin yazılıp-çizildiği, arşivlendiği plan ve program olan kader vardır. Dolayısıyla, Allah’a ve sâir imân esaslarına inanmak hayatın, varoluşun ve aklın yegâne gerçeğidir.
Dipnot:
1. Şuâlar, s. 20.
15.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|