Tuhaf değil mi? Basit olayları, çanak-çömlek, folklar gibi eski zaman köşelerinde kalmış konuları, falan şairin aşk-meşk şiirini ince detaylarına kadar merak edip incelerken; hayatı kale almaz, ruhumuza, duygularımıza özen göstermez olduk. Buyurun, kendimize “Hayatım hakkında ne biliyorum?” sorusunu yöneltirsek, kaçımızın “kem, küm”ün ötesinde dişe dokunur bir cevabı vardır? Oysa, bunlardan önce, Rabbimizin antika bir san'atı olan yaratılışımıza ve hayata değişik açılardan bakıp derinlerine inebilmeli; bizi bekleyen olayların sırrını çözüp endişelerimizi giderecek derin anlamlar çıkarabilmeliyiz. Şöyle ki:
“Genel” ve “özel” olmak üzere iki yönlü bir hayat sürdürmekteyiz. Genel, dış âlem; özel ise, iç âlemimizle ilgili. Ve bunlar helezonik daireler gibi birbirine geçmiştir. Gerek iç, derûnî, özel; gerekse afâkî, yâni dış dünyamızda enteresan işler dönmektedir. Hayat bezinde tarağımız olmadığından kahir ekseriyetinden ne haberimiz var, ne de tasarruf edebiliyor, yâni etkileyebiliyor, ne yönlendirebiliyor ve ne de kontrol etme imkânına sahibiz. Ancak, imanlı duruş, bakış, niyet, yaklaşımımızla “iyi” veya “kötü”, “güzel” veya “çirkin”leştiririz.
Varlık ve eşyaya göre de birkaç yönlü temel duruşumuz, bakışımız var. Bunlar; nefsimiz, cesedimiz, insaniyetimiz, ömrümüz-yaşayışımız, vücûdumuz, belâ ve musîbetler, dünyada kalma süremiz ve peşinde koşuşturduğumuz lezzetler… Bunların imânla ilişkisine gelince:
* Bedenimiz (cesedimiz): Gençken latîf, cevval, enerjik, zarif ve güzeldir. Öyle ki, belki bir gül goncası gibidir. Fakat, kışın, ihtiyarlığa adım atmaya başladığımız andan itibaren kurumaya, uyuşmaya, solmaya yüz tutmuştur.
Göz göre göre gençliğimiz elden giderken, onu ne tutabiliyor, ne solmasını engelleyebiliyoruz. Ne de ölümün keşif kolları olan saçlarımızın aklaşmasını;—kendimizi aldatarak boyatmanın dışında—durdurabiliyoruz.
* Ya, en çok değer verdiğimiz hayatımız ve nefsî cihetimiz? Diğer bir ifadeyle hayvaniyet cephemizin de sonu ölüm ve batmak değil mi? Zevâli, yok oluşu durdurmak kaldırmak ne mümkün? Karanlıklara doğru devam edegelen yolculuğu durdurabilene aşkolsun! Henüz mezar kapısına kilit vuracak teknolojik bir babayiğit çıkmadı! Çıkacağa da benzemiyor.
* İnsaniyetimiz ise; sonsuzluk ile yokluk arasında tereddüt çizgisinde. Eğer, sonsuz olana zikirle, fikirle ve şükürle teslim olabilirsek ancak Ona dayanarak muhafaza edip sonsuzluğa aday olabiliriz. Aksi halde; o da mahvolacak.
Bu dehşetli akıbetten ne ile ve nasıl kurtulabiliriz? İlâçlarla mı, teknoloji ile mi, fen ilimleriyle mi, mal-mülk-makam mevki ile mi? Yoksa hem dünya, hem de sonsuz hayatı kuşatan iman hakikatleriyle mi? Öyle ise, onlardan önce ve çok iman hakikatleri peşinde koşuşturmamız gerekmez mi?
04.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|