Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 04 Ağustos 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Ümitvâr olmak

İnsan ruhu çok değişkendir. Bir günü diğer gününü tutmaz. Kimi duygular arasında gider gelir. Bazen sükûnetin huzurunu duyar. Bazen bir ümitsizlik rüzgârına kapılır. Başında kara bulutlar dolaşır sanki.

Oysa şartlar ne olursa olsun insan asla Allah’tan ümidini kesmemeli. Zaten ‘Lâ taknetu min rahmetillah’1 âyeti de bize bunu hatırlatır her daim. Yakın zamanda yaşadığım bir olay, bu âyeti tekrar hatırlamama vesile oldu. İhtiyacım olan bir şeyi almak için birçok mağazayı dolaştıktan sonra, istediğimi bulamamış olmanın verdiği ümitsizlikle eve doğru yola koyulmuşken, evimin çok yakınında hiç ummadığım bir yerde çok küçük bir işyerinde, hem de tam istediğim şeyi bulduğumda, insanın ümidini kaybetmemesi gerektiği, insanın nasibinin nerede olduğunun bilinemeyeceği konusu düştü tekrar aklıma.

Şehir hayatının kâinattan kopuk yapısı ve karmaşıklığı insanı bazen ümitsizliğe sürüklüyor. Oysa insan kâinata nazar ettikçe ümidi de artıyor. Meselâ dağlarda daha bir ümitli ve huzurlu oluyor insan. Gecenin karanlığında sanki elinizi uzatınca tutacakmış kadar yakın hissettiğiniz yıldızların parlaklığı insanın ümidini tazeliyor. ‘İyi insan, gülüşünü sevdiğiniz kişidir’ der Dostoyevski. İnsanın gözlerinin içi de gülmeli gülümseyince. Bugün özellikle büyük şehirlerde birçok insanın yüzünde sahte gülümsemeler var. Sanki hayatı zoraki yaşıyorlarmış gibi. Ama yıldızlar öyle değil. Onlarda hiçbir sahtelik yok. Onlar geceleri en güzel, en sahici, en içten gülümsemelerini gönderirler bizlere. Gökyüzü ancak bu kadar güzel olabilir, insana ancak bu kadar dostça gülümseyebilir. Bir yıldız kayar gökyüzünden. Size el salladığını hissedersiniz, siz de ona el sallarsınız. ‘Dünya semasını da Biz kandillerle süsleyip koruyucu kıldık. İşte bu çok güçlü ve her şeyi bilen Allah’ın takdiridir’2 âyetini hatırlarsınız. Sahi en son ne zaman gördünüz bir yıldızın kaydığını veya en son ne zaman seyredebildiniz gökyüzünü ışık kirliliği olmaksızın açık ve net bir biçimde? Güneşin doğarkenki gülümsemesini veya batarkenki vedasını en son ne zaman izleme imkânınız oldu?

Gökyüzü yıldızlarla süslenmiş bir şekilde bize gülümserken yeryüzü de türlü türlü mevcudatla süslenmiş bir şekilde gülümser bize. Ağaçlar, sarı çiçekler, kuşlar, arılar, ağustos böcekleri, karıncalar vs. Hep dostça selâmlar gönderirler bize dağlarda. Şehir hayatında pek farkına varamadığımız dostlarımız olduğunu anlarız. Hele bir yağmur sonrası toprağın o güzelim kokusunu çam ağaçlarının insanı ferahlatan kokusuyla birlikte ciğerlerinize çekerken, ümit çiçeklerinin açtığını hissedersiniz yüreğinizde. Ağustos böceklerinin nağmelerine eşlik edersiniz... Kur’ân’da, ‘İnsanlar ümitsizliğe düşmüşken yağmuru indiren ve rahmetini her tarafa yayan da Odur’3 diye buyrulur. Yağan yağmurlar da aslında ‘La taknetu’ der her damlasında... Ümitvâr olmak hakikatini hatırlatırlar insana. Bazen yağan yağmurla birlikte ağlar insan... Gözyaşları da yağmur damlalarıyla birlikte ‘La taknetu’ der...

İnsanın ümidini kaybetmesi için hiçbir sebep yok aslında. Belki ümit ettiğimiz şey, çok yakınımızda bizi beklemekte. Hani Mehmet Akif’in dediği gibi. Belki yarın, belki yarından da yakın... Ümit etmek hayatın mutluluğudur. Ümidinin peşinde bıkmadan usanmadan koşmalı insan. Ümit insanı terk etse bile, insan ümidi terketmemeli. Zaten ümidin bittiği anda hayat da bitmiş sayılır. Zira insanı canlandıran ümittir, öldürense ümitsizlik. İnsanın hayalleri olmalı, kendisini hayata bağlayan. İnsan dağlara çıkmalı ara sıra... Mevcudatla konuşmalı, ruhunu dinlendirmeli, ümidini tazelemeli...

Bazen bazı duygular hisseder insan. Zaman durur, rüzgâr diner, sesler susar o an. Yalnızca ruhunun sesini duyar. Bedeni hafifler, uçacak gibi olur. ‘Hayat ne kadar güzel’ der, umut dolar yüreği. İçinde sebepsiz bir sevinç, bir ümit heyecanı hisseder... Ümitvâr olmanın, güzel düşünmenin ne büyük bir nimet olduğunu anlar ve Bediüzzaman’ın şu cümlesini tekrarlar: “Evet, evet.. Neam, neam.. Sivrisinek tantanasını kesse, bal arısı demdemesini bozsa; sizin şevkiniz hiç bozulmasın, hiç teessüf etmeyiniz. Zira kâinatı nağamatıyla raksa getiren ve hakaikın esrarını ihtizaza veren musika-i İlâhiye hiç durmuyor, mütemadiyen güm güm eder.”4

Bize ümitvâr olmak yakışır... Yaşanacak nice aydınlık güzel günlere...

Dipnotlar:

1. “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin...” (Zümer Sûresi: 53)

2. Fussilet Sûresi: 12

3. Şuara Sûresi

4. Tarihçe-i Hayat, B.S.N.

Hasan YÜKSELTEN

04.08.2006


Ortaklık ve bereket

Halil ile İbrahim kardeşler, ortaklaşa ekin ekerler. Zamanı gelince ekin biçilir, harman dövülür, buğdaylar harman yerinde iki eşit hisseye ayrılır. O gece Halil, İbrahim’den habersizce, kendi buğdaylarının başına gelerek; “Kardeşimin daha çok paraya ihtiyacı var, kendi buğdayımdan bir kısmını ona vereyim” der ve diğer tarafa kürek kürek buğday aktarır. Sabah erkenden işlerinin başına gelen Halil ve İbrahim, buğdaylarını kendi ambarlarına taşımaya başlarlar. Ertesi gece, bu defa İbrahim tarlaya gelip; “Kardeşimin daha çok paraya ihtiyacı var.” diyerek kendi yığınından kardeşininkine bir miktar buğday aktarır. Sabah olunca, kanaatkâr ve fedakâr kardeşler, buğdaylarını taşımaya devam ederler. Onlar birbirinden habersiz, bazı geceler aynı şekilde her biri buğdaylarını kardeşinin tarafına aktarmaya devam eder. Günlerce tarladan evin ambarına taşınan buğday bir türlü bitmez. Allah’ın rahmet ve kudreti tecelli etmektedir. Buğdaylar bereketlenmiştir. Allah’ın bereketinin tecelli ettiği bu hâdise, insanlar arasında “Halil İbrahim bereketi” diye anılır.

Peygamber Efendimiz (a.s.m)’in hadîslerinde, ekonomik kalkınmanın unsurlarından olan sermayenin meydana gelmesinde önemli role sahip ortaklık konusuna büyük bir önem verilmiştir. Efendimiz (a.s.m) bir hadîsinde: “Yüce Allah buyuruyor ki; biri diğerine ihânet etmedikçe ben iki ortağın üçüncüsüyüm. İkisinden birisi arkadaşına ihânet edince, ben aralarından çıkarım. Onları yardımdan ve başarıdan mahrum bırakırım.” buyurmaktadır

Ticaretin, tarımın ve sanayinin çeşitli sahalarına önem veren Peygamber Efendimiz (a.s.m), “Kişi kendi elinin emeğinden daha hayırlısını yememiştir” diyerek insanları üretime teşvik etmiştir. Emeklerin ve sermayenin birleşmesi ile kurulan güçlü bir ortaklıkta, belirli bir program ile çalışılması halinde, hiç şüphesiz ki, daha çok üretim sağlanır. İş taksiminde belirli bir görevi üstlenen ortak, o sanatta, ihtisas kazanması neticesinde daha hızlı ve verimli bir üretim gerçekleştirir. Burada tecrübe ve ihtisas, üretimi artıran bir diğer faktördür. Ancak, tam kapasiteli bir iş ile üretimin artırılması için ortakların sorumluluklarını yerine getirmesi, maddî-manevî fedakârlık, dürüstlük, kardeşlik-arkadaşlık ilişkilerinin sıcak bir ortamda muhafaza edilmesi gerekir. Bu gibi esaslar üzerine kurulan ortaklıklar, sıhhatli bir şekilde devam ettirilebilir

Başarılı bir ortaklıkta; ortakların, görevlerini, yetki ve sorumluluklarının açık bir ifadeyle yazılı olarak belirlenmiş olması gerekir .Görev, aynı zamanda bir sözleşmedir (ahid). Ahdin yerine getirilmesinin de, maddî-mânevî bir sorumluluk, olduğu Kur’ân’da belirtilmiştir. Ahdini yerine getirmeyenlerin ahirette büyük bir hüsrâna uğrayacağını Kur’ân ifade etmektedir. Ortaklar arasında görevlerin taksiminden sonra, herkesin kendi sorumluluğunun gereğini yerine getirmesi bir esas olduğu gibi, gereksiz yere birbirlerine müdahale etmemeleri de ilişkilerin sağlıklı bir şekilde devamı acısından önemlidir.

Hayatın devamlılığı için maddî ihtiyaçların karşılanmasında, para ve mal önemli bir vasıtadır. Bu bakımdan insan mâişeti için belli bir işle meşgul olmak mecburiyetindedir. Bu noktada helâl ve harama dikkat edilmesi, ferdin hem dünya hem de âhiret mutluluğu açısından vazgeçilmez bir düsturdur. İnsanlar için para ve mal önemli bir imtihan vesilesidir. Emek veya mal karşılığında alınacak ücrette, hakkaniyet ölçülerine riayet edilmemesi durumunda meşru olmayan kazanç ortaya çıkar. Aynı durum, ortaklıktaki kazancın bölüşülmesinde de söz konusudur. Başkasına ait malı haksız yere almanın, mânevî mesuliyeti vardır. İslam’a göre, haksız kazanç, ateştir. Daha çok kazanma hırsı ile helâl-haram demeden kazanmaya çalışan insanın sonu hüsrandır. Bozulan işler ve ortaklıklar bu tip hırsların sonucudur. Hırsın sonu hasârettir, büyük kayıptır. Ortaklar arasında kazancın bölüşülmesinde, eşitliğin sağlanması esastır. Bu konuda bilerek veya bilmeyerek taraflar arasında haksızlık yapılması, sıkıntılara sebebiyet verebilir.

Akraba veya kardeş olan ortakların, aile içi ve özel harcamalarında hayat tarzlarını kıskançlığa yol açacak şekilde gösterişten uzak tutmaları, ortaklığın devamı açısından gereklidir. Meselâ, aynı şartlarda ortak olmuş iki kardeşten birinin evindeki lüks ve israfa karşılık, diğerinin daha iktisatlı ve mütevazı yaşaması, bilhassa hanımları arasında dedikoduya, daha sonra da ortaklığın bozulmasına yol açabilir. Böyle istenmeyen sonuçlara sebebiyet vermemek için, işlerin ortaklaşa yapıldığı gibi mümkünse kardeşlerin hayat standartlarının belirlenmesinde ve harcamaların dengeli yapılmasında da ortak hareket edilmelidir.

Müslüman; sağlam inancını ticaret hayatı ile pekiştirip ekonominin çarklarına damgasını vurmayı hedeflemek zorundadır. Bunun için yapılması gereken, dünya hayatını temel gaye edinen kapitalistlere karşı, dünya ve âhiret inancını birlikte yürütmektir. Kainatın sultanını (a.s.m) dinleyelim “Dosdoğru ve emin tüccar, kıyamet gününde nebiler, sıddıklar ve şehitlerle beraberdir.” Bundan daha büyük bir makam var mı?

Mehmet Abidin KARTAL

04.08.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004