|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
De ki: “Sizden herhangi bir ücret istemişsem o sizin olsun. Benim ücretim, ancak Allah’a aittir. O her şeye hakkıyla şahittir.”
Sebe’ Sûresi: 47
|
04.08.2006
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
Öğle namazından önce dört rek’ât sünneti kılan kimsenin, o günkü küçük günahları bağışlanır.
Câmi'ü's-Sağîr, c: 3, 3672
|
04.08.2006
|
|
Onlara ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın’ dendiğinde...
“Onlara ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın’ dendiği zaman, ‘Biz ancak ıslâh ediciyiz’ derler.” (Bakara Sûresi: 11)
..Takdir-i kelâm şöyle olsa gerektir: “Yalan söyledikleri zaman fitneyi ika ediyorlar. Fitneyi ika ettikleri zaman ifsat ediyorlar. Nasihat edildikleri vakit kabul etmiyorlar. Fesat yapmayın denildiği zaman, ‘Biz ancak ıslâha çalışıyoruz’ diyorlar.”
Bu âyetin ihtiva ettiği mezkûr ve gayr-ı mezkûr cümleler arasındaki veçh-i irtibat bir misalle izah edilecektir. Şöyle ki:
Bir insan tehlikeli bir yola süluk ettiği zaman, en evvel “Senin bu yolun seni felâkete götürüyor, bu yoldan vazgeç” diye nasihat edilir. O insan vazgeçmediği takdirde şiddetle zecir ve nehyedilir ve aynı zamanda “Umum halkın nefret ve kahrına uğrarsın” diye tehdit edildiği gibi, “Ebna-yı cinsine zulmetmiş olursun” diye şefkat-i cinsiyeye de dâvet edilir. Eğer o insan, sarhoşlar gibi inatçı ve kafasız ise, kendisine yapılan nasihat ve zecir ve nehiyleri müdafaa etmekle mukabele eder ve “Benim mesleğim haktır; ne senin hakk-ı itirazın var ve ne de benim senin nasihatlerine ihtiyacım var” diye serkeşliğe başlar. Eğer o insan iki yüzlü ise, bir cihetten nasihat edenleri kandırır ve ilzama çalışır. Diğer cihetten de “Ben ıslah edici bir insanım” diye mesleğini hak göstermeye devam eder. Ve aynı zamanda “Islâh benim hakikî bir sıfatım olup, bilâhare hasıl olmuş bir sıfat değildir” diye dâvâsını tekit ve te’yid eder. Bundan sonra eğer o insan mesleğinde ısrarla nasihatları kabul etmezse anlaşılır ki, onun ıslâhına hiçbir çare ve hiçbir deva yoktur. Yalnız onun fesadı halka sirayet etmemek için, mesleğinin muzır ve fena olduğunu ilân etmek lâzımdır ki, herkes ondan tahaffuz etsin. Zira o insan aklını çalıştırmıyor, şuurunu istihdam etmiyor ki, böyle zahir olan birşeyi hissedebilsin.
İşte bu misaldeki cümlelerin arasındaki münasebetlere dikkat edilirse, mezkûr âyetin cümleleri arasında bulunan münasebet halkaları güzelce görünecektir. Evet, aralarında öyle fıtrî bir nizam vardır ki, icaz ve ihtirasından, i’cazın yüksek sesleri işitilir.
Mezkûr âyetin herbir cümlesinin heyetindeki veçh-i intizam:
..Evet “fi’l-arzı” kelimesi her iki ciheti de temin eder. Zira “arzı” kelimesi, lisan-ı haliyle, “Sizin bu fesadınız nev-i beşere sirayet eder. Nev-i beşerin, bilhassa fakirlerin ve masumların sizlere kötülüğü nedir ki, onlara karşı böyle fenalıkta bulunuyorsunuz? Şefkat-i cinsiyeniz yok mudur? Niçin merhamet etmiyorsunuz? Evet, teslim ettik ki, sizin şefkat-i cinsiyeniz yoktur. Hiç olmazsa nefret-i umumiyeden korkunuz” diye onları ikaz ediyor.
İşârâtü’l-İcâz, s. 94-96
|
Bediüzzaman Said NURSİ
04.08.2006
|
|
Mürsil
Allah (c.c.), Mürsil’dir. Yani insanlara kılavuz tayin eden, kullarının irşâdı için hidâyet rehberleri görevlendiren, resûl ve peygamber gönderen, vahiy nâzil buyuran ve kitap indirendir. Cenâb-ı Hak kullarını dalâlette bırakmaz, insanoğlunun istikâmet üzere olmasını ister. Dilediğine hidâyet nasip eder. Bazen elçi olarak meleklerini de gönderen Cenâb-ı Allah, kullarını imtihân eder, mü’minlerin kalplerine sekînet ve huzur indirir.
Cenâb-ı Hakkın Mürsil ism-i şerifi Kur’ân’da zikrolunur. Kur’ân’da şöyle buyurulur: “Ama, Biz nice nesiller var etmiştik. Üzerlerinden yıllar geçti. Sen, Medyen halkı arasında bulunup, onlara âyetlerimizi okumuyordun. Lâkin Biz Mürsil’iz.”1 Bir diğer âyette Cenâb-ı Hak, “Muhakkak Biz, Mürsil’iz”2 buyurmaktadır.
Haşri ispat için “risâlet” hakikatına da bir bab açan Bediüzzaman, mu’cizelere istinat eden bütün peygamberlerin, haşrin geleceği konusunda görüş birliği içinde bulunduklarını ve ümmetlerine mahşeri haber verdiklerini kaydeder. Bedîüzzaman, sinek kanadı kadar kıymeti bulunmayan çorak vehimlerin Cennet kapısını kapatmaya hadleri bulunmadığını beyan eder.3
Bedîüzzaman’a göre kâinatın sahibi elbette bilerek yapıyor, hikmetle tasarruf ediyor, her tarafı görerek tedvîr ediyor, her şeyi bilerek, görerek terbiye ediyor ve her şeyde görünen hikmetleri, gayeleri ve fâideleri irâde ederek tanzim ediyor. Mâdem yapan bilir; elbette bilen konuşur! Mâdem konuşacak, elbette şuur ve fikir sahibi olanlarla ve konuşmasını bilenlerle konuşacak. Mâdem fikir sahipleriyle konuşacak, elbette fikir sahiplerinin içinde şuuru en kapsamlı olan insan nev’i ile konuşacaktır. Mâdem insan nevi ile konuşacak, elbette insanlar içinde en mükemmel insanlarla konuşacak. Mâdem en mükemmel ve istidâdı en yüksek ve ahlâkı ulvî ve insanoğluna imam olabilecek kabiliyette olanlarla konuşacak, elbette dost ve düşmanın ittifâkıyla, en yüksek istidâtta ve en yüksek ahlâkta olan Hazret-i Muhammed (a.s.m.) ile konuşacaktır, bilindiği gibi konuşmuştur. Onu resûl yapacaktır, nitekim yapmıştır. Sâir nev-i beşere rehber yapacaktır, tabiî ki yapmıştır.4 İnsanlar arasında nübüvvet hakikatı her asırda var olagelmiş, asırlardan beri yüz binlerce zât, mu’cize göstererek peygamberlik görevini hakkıyla yapmışlardır.5
Güneşin vücudunun ışıksız mümkün olmadığını kaydeden Bedîüzzaman, ulûhiyetin de tezâhürsüz olmayacağını, binâenaleyh, ulûhiyetin tezahürünün de irsâl-ı rusül ile, yani peygamber göndermekle mümkün olacağını beyan eder. Çünkü, en kâmil cemâl sahibi olan Cenâb-ı Hakkın bilinmesi, tanınması, görünmesi ve gösterilmesi ancak peygamberlerin göstermesiyle mümkün olmaktadır. San’atların ince sırlarına, bütün kemâlât ve olgunluklara da, resûllerin irşâdıyla ulaşılmaktadır. Çünkü, güzellik sahibinin güzelliğini gösterecek bir tarif edici olmadığında, güzellik sahibi gözden ve gönülden uzak olur ve hissedilmez. Tarif edici ise ancak resûllerdir. Çünkü resûller, ubûdiyetleriyle Hâlıkın hüsnüne ve güzelliğine aynadırlar. Risâletleriyle de Hâlıkı halka açıklamakta ve îlan etmektedirler.6
(Risale-i Nur’da Esma-i Hüsna)
Dipnotlar:
1- Kasas Sûresi: 45; 2- Duhan Sûresi: 5; 3- Sözler, s. 85; 4- Mektubat, s. 91; 5- A.g.e., s. 92; 6- Mesnevî-i Nuriye, s. 34
|
04.08.2006
|
|
Onun (a.s.m.) duâsı bereket getirdi
Başta Buharî ve Müslim, kütüb-ü sahiha haber veriyorlar ki:
Hazret-i Câbir’in pederi vefat eder. Borcu çok, ziyade medyun; borç sahipleri de Yahudiler. Câbir, pederinin asıl malını guremâya (alacaklılara) verdi, kabul etmediler. Halbuki, bağındaki meyveleri, kaç senede deynine (borcuna) kâfi gelmeyecek. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etti: “Bağın meyvelerini koparınız, harman ediniz.” Öyle yaptılar. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm harman içinde gezdi, duâ etti. Sonra Câbir, harmandan pederinin bütün guremâsının borçlarını verdikten sonra, yine, bir senede bağdan gelen mahsulât kadar harmanda kaldı. Bir rivayette, bütün guremâya verdiği kadar kaldı. O hadiseden, borç sahipleri olan Yahudiler çok taaccüp edip, hayrette kaldılar.
Mektubat, s. 118
|
04.08.2006
|
|
Delâili'n-Nur
Allah’ım, en büyük aynan olan Hz. Muhammed’i; rûhumun hayatı, onun ruhunu hakîkatımın sırrı ve yaratıklar içerisindeki o ilk gerçeği tahkik etmekle onun hakîkatını âlemlerimi kaplayan eyle. Ey Evvel, Ey Âhir, Ey Zâhir, Ey Bâtın! Kulun Zekeriyyâ Aleyhisselâmın nidâsını kabul ettiğin gibi, benim seslenişimi de kabul et! Beni Senin rızan için ve Senin rızan yolunda kudretinle destekle! Beni Kendine bağla, benimle Senden başkasının arasına perde koy. Allah, Allah, Allah. “Kur’ân’ı okumayı, tebliğ etmeyi ve ona uymayı sana farz kılan Allah, muhakkak ki seni söz verdiği yere geri döndürecektir.” Ey Rabbimiz, bize tarafından bir rahmet ihsan buyur ve işimizden bize bir başarı hazırla. İşimde bir genişlik ve bir çıkış yolu nasip et. Şüphesiz ki, Peygambere Allah rahmet eder, melekler de duâ eder. Ey îman edenler, siz de ona teslimiyetle salât ve selâm getirin. Allah’ın salâvatları, selâmı, tahiyyatı, rahmeti ve bereketleri; kulun, peygamberin, habîbin, resûlün ve ümmî peygamber olan Efendimiz Muhammed’e, onun âl ve Ashâbına olsun. Ona tek ve çift olan varlıklar adedince ve Allah’ın eksiksiz ve mübarek kelimeleri sayısınca selâm eyle.
|
04.08.2006
|
|
Kur’ân hizmetkârı olmak
Said Nursî, Kur’ân ve imâna hizmet mesleğini ihtiyâr edip, hiçbir maddî ve mânevî menfaat, salâhat ve velîlik gibi mânevî makamları maksad ve gàye etmeden, sırf Cenâb-ı Hakkın rızâsı için hizmet yapmıştır. Basîretli ehl-i ilim tarafından bütün Müslümanlarca “Zuhuru beklenen siyasî ve dinî bir halâskârdır” gibi şahsına verilen yüksek mertebeyi Bediüzzaman hiddetle reddetmiş, kendisinin ancak Kur’ân’ın bir hizmetkârı ve Risâle-i Nur Talebelerinin bir ders arkadaşı olduğuna inanmış ve beyân etmiştir.
|
04.08.2006
|
|
Tecellî-i ehadiyet
..tecellî-i ehadiyet: Yani, Sâni-i Zülcelâl, cisim ve cismanî olmadığı için, zaman ve mekân Onu kayıt altına alamaz. Ve kevn ve mekân, Onun şuhuduna ve huzuruna müdahâle edemez. Ve vesâit ve ecram, Onun fiiline perde çekemez. Teveccühünde tecezzî ve inkısam olmaz. Birşey bir şeye mâni olmaz. Hadsiz ef'âli, bir fiil gibi yapar. Onun içindir ki, bir çekirdekte koca bir ağacı mânen derc ettiği gibi, bir âlemi birtek fertte derc edebilir. Bütün âlem, birtek fert gibi dest-i kudretinde çevrilir.
Mektubat, s. 240
|
04.08.2006
|
|
|
|