Dünyanın hilkati ile hâli birbirinden ne kadar da farklı?
Bidayette âdeta bir çocuk bahçesi şeklinde yaratılmıştı dünya.
Çocuk bu bahçenin çiçeği, meyvesi; çocukluk da rengi, lezzeti, kokusuydu.
Hazret-i Âdem (a.s.) ile Hazret-i Havva dışında bütün insanlar bu bahçeye küçük birer çocuk olarak gelmişler ve çocukluklarını yaşayarak hayata başlamışlardı. Fakat daha ilk nesilde bozulmuştu dünyanın düzeni.
Hâbil ile Kâbil’in kavgasını başka savaşlar takip edince, çocukların kimi çocukluğunu yaşayamadan dünyadan ayrılmış, kimi de çocukluğuna doymadan hayat mücadelesinin içinde bulmuştu kendini.
Gidenler de, kalanlar da hep aynı hasreti hissetmişlerdi.
Çocukluk hasretini...
Aradan binlerce yıl geçti.
Dünyada hayatın işleyişi hâlâ aynı.
***
Yine çocuklar doğuyor dünyanın dört bir yanında.
Küçük, güzel, şirin, sevimli, masum ve mazlûm çocuklar.
Şekilleri, renkleri, hâlleri, hareketleri, yerleri, yurtları, memleketleri, milletleri, kabileleri, boyları, soyları, sülâleleri, şehirleri, kasabaları, mahalleleri, köyleri, ahirleri, akıbetleri birbirinden oldukça farklı.
Ama hepsi çocuk.
Doğar doğmaz başlıyorlar çocukluklarını yaşamaya.
Kâh ağlıyorlar, kâh gülüyorlar. Bazen akranlarıyla birlikte, çoğu zaman tek başlarına koşuyorlar, oynuyorlar, yatıp yuvarlanıyorlar, zamanın şartlarına bakmadan ve insanların hâllerine aldırmadan çocukluğun tadını çıkarmaya çalışıyorlar.
Zira hayatın en müstesna zamanıdır çocukluk yılları.
Onlar itina ile bu istisnaî zamanı yaşarken, bazı yerlerde deprem, zelzele, sel, heyelan gibi tabiî âfetler vuku buluyor; yangınlar, taunlar, salgın hastalıklar, iş kazaları, trafik kazaları meydana geliyor ve insanlar ölüyor.
Bu arada tabakat-ı beşer içinde birbiri ardınca kavgalar, mücadeleler yapılıyor; devletler, milletler arasında savaşlar çıkıyor. Menfaat mücadeleleri, ideoloji kavgaları, intikam ve ihtiras savaşları.
Zaman medeniyet asrı addedilmesine rağmen Vietnam’da, Kamboçya’da, Hiroşima’da, Bosna’da, Keşmir’de, Kafkaslarda, Orta Asya’da, Afrika’da, Azerbaycan’da yaşananlar, esâtir-i evvelîn vahşeti ve ilkel çağların dehşetini pek aratmıyor.
Hiç şüphesiz buna benzer hâller ve hadiseler, hatta onlardan daha dehşetlileri yarın dünyanın başka yerlerinde de aynen tekrarlanacak. O zaman da nice canlılar telef olacak, nice masum cana kıyılacak.
Tıpkı şu anda Filistin’de, Irak’ta, Lübnan’da yapıldığı gibi.
Oralarda da savaşan unsurların yanı sıra aralarında, hastaların, sakatların, kadınların, ihtiyarların da bulunduğu pek çok masum insan ölüyor. Bilhassa bebeklerin ve çocukların katledilmesi, insanlığın da ölmekte olduğunu gösteriyor.
Bediüzzaman gibi savaş sırasında düşman çocuklarını öldürmeyip evlerine göndererek düşmanına bile fazilet dersi veren ve binlerce masum çocuğun kurtulmasını sağlayan müşfik insanlar olmadığı için çocuk katliâmları hızla artıyor.
Birbiri ardınca yaşanan vahşet tablolarının, daha kanı soğumadan gazete sayfalarına, televizyon ekranlarına aksetmesi, dehşetin tesir hududunu bütün dünyayı içine alacak şekilde genişletiyor.
“Savaş alıp götürdüğü, deprem yok ettiği zaman,
O çaresiz hâlinizdir beni en fazla ağlatan.
Yünler, pamuklar içinde üşüdüm,
Çıplaklığınızdan.
Sizi doymamış görünce yenilmez oldu ekmeğim.”
Çınarlı’nın bu mısralarda da ifade ettiği gibi bilhassa savaşlarda çocukların öldüğünü veya acı çektiğini görünce savaş muhitinden çok uzakta olan insanların bile hayatının tadı kaçıyor.
Çünkü onlar, zahiren çocukluklarını yaşamadan ölüyorlar.
Hakikatte ise, onları mânen büyük mükâfatlar bekliyor.
Çocuklar hangi dinden, milletten olurlarsa olsunlar ve dünyanın neresinde, ne zaman, nasıl bir felâkete uğrarlarsa uğrasınlar veya kim tarafından öldürülürlerse öldürülsünler, kaybetmiyorlar, aksine kazanıyorlar.
Onlar hayata veda ettikleri anda bedenlerini, eskimiş oyuncaklar misâli geride bırakarak hiçbir nâhoş hâlin olmadığı, kötü hadisenin yaşanmadığı Cennet iklimlerinde çocukluklarını yaşamaya gidiyorlar.
Bediüzzaman Said Nursî’nin, “O musîbet-i semâviyeden ve beşerin zalim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar eğer on beş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehid hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ı mânevîyeleri, o musibeti hiçe indirir” diyerek işaret ettiği gibi onlar orada sadece cennet çocuğu olarak dirilmekle kalmayacaklar.
Münhasıran çocukluklarını yaşayacaklar.
Ve hep öyle kalacaklar.
***
Eskiden savaşlarda kazara ölürdü çocuklar.
Şimdi ise devlet eliyle ve emriyle kasten katlediliyorlar.
Dünyadaki bebek ve çocuk katliâmlarının başını da İsrail çekiyor.
Tevrat’ın ve Zebur’un muharref telkinleriyle eğitilen İsrailliler bu hareketleriyle Zebur’un “Yâ Dâvûd, benden evlât isteme. Bil ki her evlât fayda verir değildir. Nice çocuk vardır ki babasını Rabbisinden yana meşgul eder ve onun kabrini ateşle doldurur” hükmünü teyit ediyor.
Çünkü Yahudiler tarihin her devrinde insanlığa faydadan çok zarar verdiler. Evlâtlarını da o ihtirasla, inatla, intikam hırsıyla yetiştirerek insanlığı kana buladılar ve yalnız kendilerinin değil, babalarının kabirlerini de ateşle doldurdular.
Yeryüzünde, asker sivil ayırımı yapmadan yerleşim merkezlerinin üzerine bomba yağdırma emri verebilen ender devletlerden biri olan İsrail ve çocuğu hedef seçip bebeğe nişan alabilen asker sıfatlı İsrail canileri lânetli atalarını aratmıyor.
Nitekim, İsrail askerleri sadece Temmuz ayında Filistin’de otuz sekiz tane çocuk öldürdüler. Son bir ay içinde Lübnan’da katlettikleri çocukların tesbit edilebilenlerinin sayısı ise üç yüz elli. Üstelik bu sayı her an artmakta.
‘Dessas Avrupa zalimlerinin’ himayesine sığınarak gasp ettiği topraklarda devlet teşekkül ettirmeye çalışan bu katliâm mangasına Amerika fiilen destek verdiği, diğer gelişmiş ülkeler de seyirci kalarak teşvik ettikleri için her geçen gün yeni mezalim haberleri geliyor.
Setredilerek de olsa sık sık gazete sayfalarına yansıyıp televizyon ekranlarına akseden kurşunlanmış bebek görüntüleri, yan yana dizilmiş cansız çocuk cesetleri insanın vicdanını kanatıp kanını donduruyor.
Bilhassa annesinin bağrında kurşunlanan bebekler, babasının kucağında katledilen çocuklar, yalnız, yaşayan veya gören insanların dünyasını değil, beşeriyetin geleceğini de karartıyor.
Babasının canhıraş çırpınışları arasında kurşunlanarak öldürülen Filistinli Muhammed’in, İsrailli komutanın, cansız cesedine kurşun yağdırdığı İman El Hams adlı on üç yaşındaki kız çocuğunun ve daha dün Siyye’de bombalanan binanın enkazından annesi ile birlikte ölü olarak çıkarılan on günlük Vaad’in hazin görüntülerini hangi ‘kendini insan bilen insan’ unutabilir ki?
Kameraların, objektiflerin olmadığı veya kasten kayda alınmadığı yerlerde katledildikleri için fazla üzerinde durulmayan diğer binlerce çocuğun akıbeti de onlardan pek farklı değil.
Onların şehit olduklarına inanmak insanı bir nebze teselli etmeye yetiyor.
Bu itibarla savaşlardan ölen çocuklara acımak değil, imrenmek gerekiyor.
Fakat savaşların; öksüz, yetim kalan bebekler ve bedenen, ruhen ağır yaralar alan çocuklar gibi teselliden nasibi olmayan masum kurbanları da var. Asıl acınması gerekenler de işte onlar.
Zira onların hâlleri perişan, akıbetleri meçhul.
Zaman gelecek, o korkunç felâketler geçecek, dehşetli savaşlar bitecek ama onlar yaşadıkları acıların izlerini hayatları boyunca bedenlerinde ve ruhlarında taşımaya devam edecekler.
Kendileri büyüseler de bir yerde savaş çıktığı, felâket meydana geldiği veya onları tedai ettirecek bir hadise vuku bulduğu zaman aynı korkuları tekrar yaşayacaklarından ömürleri endişeler içinde geçecek.
Hele bu gibi hissî ve fizikî yaralara bir de çeşitli sebeplerle hareketlenen beşerî zaafların mânevî hayatta açacağı günah yaraları da eklenirse yalnız dünyaları değil, ebedî hayatları da kararacak.
Gerçi yaşadıkları âfetler ve savaşlar sırasında çektikleri sıkıntılar, acılar, ıztıraplar karşılıksız kalmayacak. Niyetleri ve gayretleri nisbetinde maruz kaldıkları musibetlerin mükâfatını görecekler.
Onların ya günahları bağışlanacak, ya azapları tahfif edilecek.
Bu facialara sebep olan zalimler Kur’ân’da “Kim bir mü’mini kasten öldürürse, onun cezası, çok uzun zaman kalmak üzere Cehennemdir. Allah onu gazabına uğratmış, ona lânet etmiş ve onun için pek büyük bir azap hazırlamıştır” şeklinde ifade edilen azaba dûçâr olacakları için onlardan da intikamlarını almış olacaklar.
***
“Küfür devam eder, zulüm devam etmez.”
Zaman bu hakikati tekrar tekrar teyit etmiş, ediyor ve edecek.
Bu gün Cengiz, Neron gibi geçtikleri yerde yüz yıl yaprak yeşermeyen, canlı kıpırdamayan zalimlerin ne zulümlerinden eser var, ne de kendilerinin isimleri, esameleri okunuyor.
Bir ihtiras uğruna milyonlarca masum insanı yerinden yurdundan süren ve yüz binlercesinin ölümüne sebep olan Lenin, Stalin, Mao, Hitler, Mussolini, Çörçil, Linkon, Miloseviç ve muasırları da tarih sahnesinden silinip gitti.
Elbette Bush, Şaron, Olmert, Saddam, Putin ve onların izinden gidecek zamane zalimleri de irtikap ettikleri zulümlerin, dehşetli ateş şeklinde tecellî eden kefenine sarılarak Cehennemin dibini boylayacaklar.
O zaman dünya, beşeriyetin kazuratı mesabesindeki necis insanlardan temizlenecek, yeryüzü hilkati iktizasınca tekrar fıtrî bir çocuk bahçesi hâline gelecek ve inşallah insanlık âhir ömründe Asr-ı Saadete benzer mutlu bir hayat yaşayacak.
13.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|