Bir yangın varsa bir şehirde, bir mahallede; banane diyemezsin.
Kuru olman yetmez, sırılsıklam olman da.
Bencil de olabilirsin, diğergam da. Ama ne yangını söndürmeye çalışman için diğergam olman gerekir, ne de bencil olman arkanı dönüp gitmeni gerektirir.
Bir yangını benciller de söndürür; dünyanın kendi etrafında döndüğünü zannetmek bile engellemez, bir kova su alıp yangına dökmeyi.
Yangın, hele içinde bulunduğun şehirde, köyde, mahallede olan yangın, durup seyredilesi bir manzara değildir. Kapı komşundaki yangın ise asla bir televizyon şovu değildir. Yanı başında yangın varken, ne akşam yemeğini, ne hiç kaçırmadığın diziyi, ne anlatacağın o çok önemli olayı düşünebilirsin.
Bir yangın varsa, söndürülmelidir. Vakit geçirmeden, en azından kendi evine sıçramadan, kendi tenini acıtmadan, kendi yüzünü yakmadan, kendi evladını içine almadan.
Çeşit çeşittir yangınlar. Kimi evleri yakar, kimi kalpleri kavurur.
Kimi dünyadan eder, kimi ahiretten.
Kimi dayanılamayacak kadar olsa da, canını alıp kurtarır; kimi “ateşe dayanabileceğin kadar günah işle”deki kadar dayanılmaz.
Onların “zaten öyle insanlar” olması da, senin “zaten bazı şeyleri aşmış” olman da kurtarmaz ateşin sana sıçramasına.
Kaldı ki, bencil olmak da bir çeşit yangındır; bencilsen, “ben”se merkezindeki, yanmaya başlamıştır merkez üssün.
Kova kova su taşımalısın, önce komşuya, sonra kendi “ben”ine. “Ben yanmıyorum, sen asıl kendine bak” diyenlere cevaben, belki önce kendine. Önce kendin kurtulmalısın içindeki ateşlerden. Kendi odunuyla beraber, kendi ateşini götürenlerden olmamalısın.
Farkında olmalısın. Pişmekle yanmak arasındaki farkı anlamak için kül olmayı beklememelisin.
Sönmeli ve söndürmelisin.
Sönmek ve söndürmek için “ben” olmaktan kurtulup, “biz” olmalısın. Bir mahalle yangınında kül olmak yerine, bir “biz” havuzunda erimeyi tercih etmelisin.
Yangın var. Ne seyretmeli, ne de yangına bir “körük” olarak gitmelisin.
Bir yangının külünü yeniden yakıp gitmemelisin.
10.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|