Sabah evden çıkarken posta kutunuzda kaç broşür, el ilanı, kampanya duyurusu vardı; kaç dost mektubu?
İşe, üzerinde hangi banka, çorba, meyve suyu ya da cep telefonu reklamı olan otobüsle geldiniz; peki kaç tanıdık sima ile?
Radyoda kaç reklam dinlediniz, hayatınızı kolaylaştıracağına dair; kaç faydalı bilgi aldınız, parasız?
Elektronik posta kutunuzdaki reklamları saydınız mı, kabaca “spam” yani bir anlamda “çöp” diye bilinen? Kaçta kaç gerçek postayla karşılaştınız, hatır sorup, gönül alan?
İnternette dolaşırken, karşınıza pat diye çıkan ve tıklamanız için yalvaran kaç reklam vardı; kaç gerekli bilgi?
Gazetelerin reklam olmayan sayfalarını okumaya çalışırken, size kaç “fırsat” sunuldu, peşin fiyatına bilmem kaç taksitle; buna karşılık kaç haberle karşılaştınız?
Öğle yemeğini yerken, bir an dışarıya bakıp, binalarda hangi dondurmanın, çikolatanın, otomübilin reklamını gördünüz; kuşları seyretmeye çalışırken?
Akşam eve dönerken otobüs beklediğiniz durakta size nasıl bir hayat vaad ediliyordu, sizin yaşamaya devam ettiğiniz hayattan daha güzel?
Evde televizyonda, tartışma programı izlerken, alttan hangi sucuk geçiverdi, lezzet garantili? Hangi tartışma tatlıya bağlandı bu arada?
Elinizi yıkadığınız reklam arasında sizin için hazırlanan, şehrin stresinden uzak evlere dair neler işittiniz, suyun şırıltısı arasından?
Hiçbir reklamla boyanmayan evlerde, hiçbir sponsoru olmayan sohbetler yapıp, araya reklam girmeyen yemekler yemek hayal mi sizce?
“Bu hayatta sanal reklam uygulaması vardır” sanal alt yazısı olmadan, üstümüzde reklamsız bir kıyafetle çıktığımız yollarda, reklamsız kaldırımlarda yürümek; hiç reklam almayan yağmur damlalarıyla ıslanmak; taksitli satışlara dair bilgi sunmayan rüzgârla üşüyüp, sponsorsuz ısınmak, sponsoru olmayan selamlara karşılık vermek; insanlara sol elimizden bile gizli yardım edebilmek; bilbordsuz dilimize bir şiir, bir şarkı dolayıp, kimsenin “sunmadığı” adımlarla yürümek... Mümkün değil mi acaba?
11.07.2006
E-Posta:
[email protected]
|