Kıyametin iyice yaklaştığının en açık ve belirgin alâmetlerinden biri “ölümlerin çoğalması” olarak ifade edilir ve bu inanış halk arasında da büyük ölçüde yaygındır.
Gerek yakın çevremizde, gerekse dünyada kitlesel ve şok ölümlerin artması, ister istemez bu gerçeği de gündemimize taşıyor.
Filistin ve Lübnan’daki İsrail katliamlarından, Irak’ta ardı arkası gelmeyen bombalı saldırıların her birinde onlarca kişinin can vermesine ve bunun artık “kanıksanan, âdiyattan bir olay” gibi görülür hale gelmesine..
11 Eylül ve sonrasında dünyanın birçok önemli merkezini vuran terör saldırılarına...
Sıklaşan deprem, tsunami, sel felâketlerine ve küresel bir afete dönüşen trafik kazalarına...
Birbiri peşi sıra kalkan şehit cenazelerine...
İlâveten, hastalık veya yaşlılık sonucu gerçekleşen münferit ve “sıradan” vefatlara baktığımızda, ölüm gerçeğinin gücü karşısında ne kadar çaresiz olduğumuzu çok daha iyi görebiliyoruz.
Hiç şüphe yok ki, ecel dalgası aile efradını ve yakın akraba-dost çevresini vurduğunda daha sarsıcı oluyor. Bunların bir kısmını, yazar ve okurlarımızın vefat eden yakınları için gazetemize verilen taziye ilânlarıyla paylaşıyoruz.
Bu arada, kitlelere mal olmuş medyatik şahsiyetlerin vefatları da ölüm gerçeğini kuvvetle hatırlatan ve düşündüren sarsıcı hadiseler.
Bakınız, son bir-iki hafta içinde peş peşe ne kadar çok “şöhret” terk-i dünya eyledi...
Alkole karşı verdiği başarısız mücadeleyle bilinen Halit Çapın; İnönü’nün görevlendirmesiyle Emirdağ’a gidip Bediüzzaman’la görüşen, Nurculuk hakkında iftiralarla dolu bir yazı dizisi hazırlayan ve asılsız iddialarını son anlarına kadar tekrarlayan Yılmaz Çetiner; kadın hakları savunucusu olarak başörtüsü yasağına da karşı çıkan Duygu Asena; bir Balkan gezisinde Kadir Gecesi camiye gidip namaz kıldığını Servet Kabaklı’nın yazısından öğrendiğimiz solcu aydın Reha Mağden bu silsilenin medya cenahından son örnekler.
Kurtlar Vadisi’nin Hüsrev Ağa’sı ile Akrep Bekir’i ve Çocuklar Duymasın’ın 05 Müzeyyen’i ise dünyayı tiyatro sahnesinden ve televizyon ekranından terk eden yeni isimler.
Bütün bunlar hep aynı gerçeğin altını çiziyor: Sevkiyat var ve devam ediyor. Gelen gidiyor, giden gelmiyor. Hiçbirimiz bu kanunun haricinde değiliz. Biz de İlâhî Takdirin öngördüğü ömrü yaşadıktan sonra, zamanı gelince, başka ve ebedî bir âlemde gözümüzü açmak üzere bu dünyaya veda edeceğiz.
O halde, öncelikle asıl olan ebedî hayata hazırlanmayı önemsemek ve yaşayışımızı bu gerçeğe göre tanzim etmek durumundayız.
Kendisiyle birlikte başkalarının ebedî hayatlarını da kurtarmayı hedefleyen hizmetlerde istihdam edilme mazhariyetine erişenlerin ise bu noktada ilâve sorumlulukları var.
Bediüzzaman, “Mevcudat içinde en kıymettar, hayattır; ve vazifeler içinde en kıymettar, hayata hizmettir; ve hidemat-ı hayatiye (hayata yönelik hizmetler) içinde en kıymettar, hayat-ı fâniyenin hayat-ı bâkiyeye inkılâb etmesi için sa’y etmektir (çalışmaktır)” sözleriyle (Tarihçe, s. 188) işte bu gerçeğin altını çiziyor.
13.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|