Bu seneki YAŞ toplantısının dikkat çeken özelliklerinden biri, haklarında “ordudan ayırma” kararı verilen 17 TSK mensubunun ihraç gerekçelerinin de açıklanması oldu.
Önceki ihraçlarda bu gerekçe “disiplinsizlik” gibi genel bir ifadeyle dile getirilirken bu defa nisbeten daha net tariflere yer verildi:
* Türk Silâhlı Kuvvetlerinin itibarını sarsacak şekilde ahlâk dışı hareketlerde bulunmak,
* Hizmetin gerektirdiği tavır ve hareketlerini ikaza rağmen düzenlememek veya,
* İrticaî faaliyetlerde bulunduğu anlaşılmak.
Konuya dair haberlere göre 17 kişiden 7’si “irticaî faaliyette bulunmak”tan ihraç edilmiş. Diğerleri Sauna ve Atabeyler çetelerinde yer alan kişilermiş.
Elbette ki, sırtındaki üniformasıyla çete kuran, hukuk ve ahlâk dışı tavır, hareket ve faaliyetlere giren kişilerin TSK’da da, başka kurumlarda da kesinlikle yeri olamaz ve olmamalı.
Ancak neyin kastedildiği noktasında hâlâ bir mutabakat sağlanamayan “irtica”da durum hayli farklı.
“İrticayla mücadele” gerekçesiyle dindarları rencide eden kimi uygulamaların hâlâ sürüyor olması, bu hususta dikkate alınması gereken bir hassasiyet oluşturmuş durumda.
Ve bu haklı hassasiyeti gidermeye yönelik kayda değer bir adım da hâlâ atılmış değil.
Bu yüzden, dindar kitlelerdeki “Hayatını dinî ölçülere göre tanzim edenler TSK’da barındırılmıyor” şüphesi hâlâ devam ediyor.
28 Şubat’ın en sıcak günlerinde dönemin Genelkurmay Başkanı Karadayı “Her namaz kılanı ordudan atsaydık Askerî Şûrâya üye bulamazdık” derken, herhalde büyük ihtimalle bu kuşkuyu gidermeye çalışıyordu.
MGK eski Genel Sekreteri Tuncer Kılınç da yakınlarda çıktığı bir TV programında “Biz namaz kıldığı için kimseyi atmadık” dedi.
Kılınç’ın anlattığına göre, irtica gerekçesiyle ordudan atılanlar “Tarikat mensubu olarak kendisini yoğun bir şekilde dine vermiş, tesettür gibi ‘çağdışı’ işlere yönelmiş” kişiler.
Bu noktada Kılınç, evinde “harem-selâmlık yapan” bir deniz hakim albayı YAŞ öncesi “Buna son ver, yoksa atılırsın, çağdaş bir subaya yakışmıyor” diye uyardığını anlattı.
Ama sonraki günlerde “Kılınç’ın bahsettiği albay bendim” diyen Ahmet Cengiz Tangören, aralarında öyle bir konuşma geçmediğini söyledi ve “Kılınç’a namaz kıldığımı söylediğimde ‘Keşke biz de kılsak’ diyerek hayranlığını belirtti” dedi. (Yeni Şafak, 23.7.06)
Bunlardan anlaşılan o ki, TSK komuta kademesinde namazla ilgili bir duyarlılık var.
Vaktiyle eski Kara Kuvvetleri Komutanlarından Fisunoğlu’nun, “Rütbelilerin Cuma için dahi olsa camiye gitmesi yadırganır” diyerek açığa vurduğu garabet ise, son zamanlarda üst düzey generallerin şehit cenazelerinde saf tutup namaz kılmalarıyla artık aşılıyor gibi.
Namaz konusundaki bu tavır memnuniyet verici. Dileğimiz, tesettürün de tıpkı namaz gibi dinin bir emri olduğu gerçeğinin anlaşılması ve yanlışların buna göre düzeltilmesi.
Bunun için ise, komutanları tesettürün farziyetine de, harem-selâmlığın özel alan kapsamına giren bir dinî gelenek olduğuna da ikna edebilecek makul izahlara da ihtiyaç var...
12.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|