Hükümet canibinden ve AKP yönetiminden gelen sinyaller, Başbakanın önceden ABD’ye verdiği anlaşılan söze uygun olarak, Lübnan’a asker gönderme kararının alındığını gösteriyor. Şu anda yapılanlar, kamuoyunu bu karara alıştırma ve partideki aykırı sesleri susturma hazırlıkları.
Nitekim “Henüz karar vermedik” açıklamalarının yapıldığı günlerde, Başbakanın karşı çıkan milletvekillerini “ikna” görüşmelerine başlayacağı yönünde haberler de çıktı.
BM belgesindeki “Barış gücü gerekirse zor kullanarak silâhsızlandırma işini de üstlenecek” ifadesine ve Bush'un o yöndeki ısrarına rağmen böyle birşeyin söz konusu olmayacağına dair “güvence” veren Annan’ın 6 Eylül’de asker işini görüşmek için Ankara’ya gelecek olmasının dahi hükümet tarafından “Bakın, ne kadar önemli bir ülkeyiz, artık ayağımıza kadar geliyorlar” şeklinde bir “ikna argümanı” olarak kullanılacağı belli.
Batılı liderlerin, kendileri asker gönderme konusunda alabildiğine mesafeli ve çekimser davranırken Erdoğan’a peş peşe telefon ederek gaz vermeleri de aynı amaçla kullanılmadı mı?
Zaten Erdoğan’ın ve Gül’ün bu husustaki yaklaşımlarını ifade ederken başvurdukları en önemli gerekçe de “Türkiye ağırlığı olan bir ülke olarak bölgedeki gelişmelere seyirci kalamaz” söylemleriyle dile getirilmedi mi?
Açıkça görünen o ki, Erdoğan aylarca bekledikten sonra güç belâ kopardığı Beyaz Saray randevusuna, Bush’un talebini yerine getirmiş, yani Lübnan’a asker göndermiş bir ülkenin başbakanı olarak gitmek istiyor.
Gül’ün de, Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkması durumunda başbakanlığın en kuvvetli adayı olma konumunu koruyabilmek için bu meseleye bu derece asıldığı yönünde iddialar var.
Tepe noktadaki iki belirleyici isim bu konuda bu kadar “angaje” olunca, AKP içinde farklı düşünenlerin etkili olma şansı ne?
Doğrusu, durum pek açıcı görünmüyor.
Parti içerisindeki tepki ve itirazlara rağmen “Bu kanun çıkacak, başka yolu yok” diyerek TMK’yı çıkarttıran Erdoğan’ın, aynı tavrı Lübnan’a asker tezkeresi için de sergilemesi ve netice alması ihtimali oldukça kuvvetli.
Artık seçim sath-ı mailine girildiği ve milletvekillerinin yeniden seçilebilmek için liderin gözüne girme kaygısını daha fazla hissettikleri bir süreçte, “direnme cesareti” gösterecek vekillerin sayısı da herhalde pek fazla olmaz.
Dolayısıyla, şu günlerde bazı AKP’li vekillerden aykırı sesler yükseliyor olsa dahi, tezkere Meclise geldiğinde reddedilmesi zor.
Gerçi 1 Mart tezkeresi de haddizatında reddedilmemiş, yalnızca kabulü için gereken sayıya erişilemediği için “reddedildi” muamelesi görmüştü. Lübnan tezkeresinde böyle bir sonuç çıkması ihtimali hayli zayıf görünüyor.
Bu durumda, sivil topluma büyük görev düşüyor. Lübnan’a asker gönderilmesine karşı öyle bir kamuoyu oluşturulmalı ki, hükümet de, Meclis de duyarsız kalamasın.
Ve kamuoyu muhalefeti “küllî bir dua” hükmüne geçerek nihaî sonucu belirlesin.
Irak tezkeresinde de öyle olmamış mıydı?
25.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|