Filistin ve Lübnan bombalanır; her gün onlarca bebek İsrail saldırılarında can verirken Pınar Altuğ’un bilmem kaçıncı kez eş değiştirmesine odaklanan medyanın şimdiki gündemi ise bir defa daha “irtica.”
İzmir-Karaburun’da cereyan eden seviyesiz “mahalle kavgası”nın “Tesettürlüler bikinililere saldırdı” şeklinde takdim edilerek işin yine irtica-laiklik zeminine çekilmek istenmesi artık iyice bayatlayan bir numara.
Ama bunun hâlâ işe yaradığına inanıyor olmalılar ki, geçmişte farklı versiyonları defalarca yaşanan provokasyonların bir yenisini piyasaya sürmekten fayda umuyorlar.
Bu asılsız ve maksatlı iddia üzerine tozu dumana katanların, okul önlerinde polis coplarıyla dövülen, yerlerde sürüklenen, bazıları kaza geçirip sakat kalan, hapse atılan, gururları incitilen, en temel hakları ellerinden alınan başörtülülerin mağduriyetini ısrar ve inatla görmezden gelmeyi sürdürmelerinde ise şaşılacak birşey yok.
Kendilerinden bekleneni ve tıynetlerine yakışanı yapıyorlar.
Eşzamanlı olarak, İstanbul Müftülüğünden verildiği öne sürülen kaynağı meçhul “okunmuş su” fetvası köpürtüldükçe köpürtülüyor.
Müftülüğün kendi içerisinde soruşturduğu bu konuda kimi TV kanalları ise açıktan isim vererek yine yargısız infaz yapıyorlar.
İşin bir başka ilginç tarafı, Diyanet’i “Hurafe üretiyor” suçlamasıyla hedefe yerleştiren kampanyanın, Başkan Bardakoğlu’na “aydın din adamı” övgülerinin yağdırıldığı bir ortamda başlatılmış ve hız kesmeden, tırmandırılarak devam ettiriliyor olması.
Prof. Bardakoğlu, “Tarîk-ı gayr-i meşru ile bir maksadı takip eden, maksudunun zıddıyla ceza görür” sözündeki hikmeti tasdik eden bir muamele ile mi karşı karşıya?
O sözün devamında şunu da ifade ediyor Bediüzzaman: “Gayr-i meşru muhabbetin âkıbetinin mükâfatı, mahbubun gaddarane adavetidir (düşmanlığıdır).” (Mektubat, s. 456)
Peki, bu mânâyı pekiştiren şu söze ne demeli: “Aç canavara karşı tahabbüb (sevgi), merhametini değil, iştihasını açar; hem de diş ve tırnağının kirasını ister.” (a.g.e.)
Ve bilhassa şu dönemde kulak vermemiz gereken bir söz daha: “Havf (korku) ve zaaf, tesirat-ı hariciyeyi (dış baskı ve tesirleri) teşci eder (cesaretlendirir.)” (a.g.e., s. 459)
Bu son sözdeki mânâyı teyid ve tasdik eden en son örnek ise, YÖK’ün yeni kurulan 15 üniversiteye rektör tayin ederken hükümeti hiçe sayarak uyguladığı yöntem.
Bilindiği gibi, 15 yeni üniversitenin açılması, özellikle Millî Eğitim Bakanının sıkça vurguladığı üzere hükümetin iddialı projelerinden biriydi. Uzun ve yorucu hazırlıklarla işin altyapısı oluşturuldu, Meclisten kuruluş kanunu çıkarıldı ve bu süreçte, öteden beri “Bu kadar fazla üniversiteye ne gerek var?” diyen YÖK kılını bile kıpırdatmadı.
Ama ne zaman ki sıra rektör tayinlerine geldi, YÖK bu yeni üniversiteleri ikişer üçer mevcut rektörlere “tedviren” bağlayıverdi.
Ne demişler: El çabukluğu marifet!
Peki ya hükümet? Seyretmeye devam et!
22.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|