Garip bir tezat var. Türkiye’nin Irak’ın kuzeyine gitmesini istemeyenler, marş marş Lübnan’ın güneyine gitmesini istiyorlar. Cengiz Çandar gibiler, bunu, sıkılmadan rahat derecesinde de söylüyorlar. Çünkü dünya böyle yapıyormuş. Bu denklemde daha da vahim olan nokta şu: 2003 yılından beri Türkiye’nin Irak’ta Sünnî politika izlediğini söyleyenler, şimdi işlerine böyle geldiği için, Türkiye’den Lübnan’da Sünnî politika izlemesini ve Sünnîlik rolü üstlenmesini istiyorlar. Hayat böyle garipliklerle dolu. Aslında, Türkiye’nin Irak’ta Şiî politika izlemesi istenirken, gerçekten de Şiî politikasından çok işbirlikçi Şiîlerin çizgisini izlemesi isteniyordu. Davet Partisi ve Irak Şiî Yüksek Devrim Konseyi’nin çizgisini. İşin ilginci, bu iki parti Arapların müzdevice dedikleri çifte bağlılık güdüyor. Bir tarafta ABD’yi ve işgal güçlerini memnun etmeye çalışırken, diğer taraftan da İran’la ilişkileri geliştirmenin çarelerini arıyor. Gerçekten de Amerikalı neoconlar ve onların Türkiye’deki bazı uzantıları Türkiye’nin Irak politikasından çok şikâyet ediyor ve değiştirmesi gerektiğini söylüyorlardı. Soli Özel, özelinde ve yanılmıyorsam Aslı Aydıntaçbaş gibiler, Türkiye’nin Irak’ta Sünnî bir politika izlediğinden şikâyetçiydiler. Cengiz Çandar da öyle. Şimdi ise, bu kalemşörlerden en az bir ikisi Türkiye’nin Lübnan’a asker sevketmesini istiyor ve onunla da kalmıyor, burada Hizbullah’a karşı İsrail yanlısı bir Sünnî bariyer kurmasını da istiyor. Bundan dolayı, Türkiye’nin ‘muharip güç göndermeyiz’ açıklamalarıyla da alay ediyor ve bunun yerine Kızılay’ı devreye sokmasının daha evlâ olacağını dile getiriyorlar!
***
Yani herkes, kendisine göre, Türkiye’den ısmarlama politikalar istiyor. Cengiz Çandar ‘Sünnî kalesi olmamız beklentisi var’ başlıklı bir söyleşide şunları söylüyor:”İran nötr kalmasını ve Batı ile irtibatta bir kanal olmasını, kendisine hasmane pozisyonda bulunmamasını, Kürt meselesinde partner gibi davranmasını istiyor, şartlarını oluşturuyor. İsrail; Türkiye’nin, kendi güvenliğinin sağlanmasında belli bir role sahip olmasını istiyor ve bekliyor. Arap kamuoyu Türkiye’nin ABD ve İsrail’e karşı hareket etmesini bekliyor. Hemen hepsi Sünnî Arap yönetimleri ise, artan Şiî tehdidi ve bunun arkasında İran nüfuzu olduğu kanısındalar. Onlar da Türkiye’nin İran nüfuzunu dengeleyebilecek tek güç olduğunu düşünüyorlar. Türkiye’nin Sünnî karakterinin ve Sünnî kalesi olma beklentisinin dürtüsüyle hareket ediyorlar. Suudi Arabistan Kralı da o yüzden geldi....” Gerçekten de bu beklentiler ve dengeler muvacehesinde çok hassas olmak gerekiyor. Saddam’ı da böyle harcamışlardı. Hem de ABD ile birlikte. Nitekim Mescidi Aksa’daki Abdullah Gül’e yönelik bir saldırı girişimi de hassasiyetin lüzumunu göstermiştir. İsrailliler, maiyetine İsrailli korumalar vererek Mescidi Aksa’da Filistinlilerle Abdullah Gül’ün karşı karşıya gelmesine neden olmuşlardır. Burada yapılması gereken İsrailli korumaların camiye girmemeleri ve camiye giriş noktasında Gül’ün güvenliğini Filistinli korumalara devretmekti. Bundan dolayı neredeyse Abdullah Gül, Mescid-i Aksa’da İkinci Abdullah vakası yaşayacaktı. Bilindiği gibi, Filistin’i Yahudilere peşkeş çektiği gerekçesiyle dönemin Ürdün Kralı Birinci Abdullah Filistinliler tarafından Mescidi Aksa’da öldürülmüştü.
***
Benzeri bir vakıa Mısır eski Dışişleri Bakanı Ahmet Mahir’in başına gelmişti. 22/12/2003 tarihli gazetelerin de konu ettiği gibi, Mahir Aksa Camii’ni ziyaret ederken, bir grup Filistinlinin saldırısına maruz kalmıştı. Bir grup bağırarak Mahir’e saldırmış ve kendisinden geçen Mahir de akabinde hastaneye kaldırılmıştı. Burada Abdullah Gül’ün de acemiliği var. İçeriye girerken, mutlaka kendi korumalarının yanında, kendisine Filistinli koruma da verilmesinde ısrar edecekti. İsrail Mescid-i Aksa’nın hürmetini bu şekilde ihlal ederek uluslararası müzakerelerde kabul ettiremediği hükümranlığını fiilen bu şekilde yürürlüğe koymaktadır. Bu durumda, Gül gibiler ya Mescid-i Aksa’ya kendi şartlarında girecekler, ya da ziyaret etmeyecekler. İsrail’in oyuncağı durumuna düşmeye gerek yok. Gül’ün El Aksa’nın tarihçesiyle ilgili bilgi aldığı sırada, bir Filistinli, “Biz Müslümanız, burası Müslümanlar’ın yeri” diye bağırmaya başlamış. Tekbir de getiren kişi, “Bu toprakların kurtulması için mücadele edilmeli” diye bağırmasını sürdürmüş. Eylemcinin Gül’e yaklaşmasını, Bakan’a eşlik eden İsrailli korumalar engellemiş ve eylemciyi gözaltına almışlar. Olayı değerlendiren Haremüşşerif Vakfı yöneticileri, Filistinli’yi camide ilk kez gördüklerini belirtirken, eylemcinin, cami içine üniformaları ve silahları ile giren İsrail polisine tepki göstermiş olabileceğini ifade ediyorlar. İsrail’in arzusu, bu küçük ölçekli fotoğrafın büyük ölçekli hale gelerek bütün bölgeyi kapsaması. Araplar Şiîlere karşı Sünnî bariyer isterken, İsrail de Hizbullah ve diğerlerine karşı Türk bariyer arıyor. Bu noktada Arap yöneticilerle İsrail’in arzusu buluşuyor. Bu açıdan İsrail’in emelleri konusunda çok titiz olmak gerekiyor. Farkına varmadan sizi tongaya düşürebilirler.
22.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|