Kamuoyu anketleri ya da etrafındaki halka, Başbakan Erdoğan’ın gerçekleri görmesini engelliyor çoğu zaman.
İktidarın körleştirme ve sağırlaşma etkisi, Başbakanı iyiden iyiye sarmış gibi gözüküyor. Kendisine uyarı olabilecek gelişmeleri görmüyor, eleştirileri işitmiyor. O hep “Yaşa varol padişahım” havasındakilerin sesine kulak veriyor. Ama gerçekler öyle değil.
Türkiye, hızlı bir şekilde Lübnan’a asker gönderme tartışmasının içine girdi. İktidarın iyiden iyiye rölantiye aldığı AB konusunda Ekim ayında bir İlerleme Raporu açıklanacak. Brüksel’deki kaynaklar, ‘tam üyelik müzakerelerine başlamadan önceki raporlardan dahi daha ağır bir rapor geliyor’ diyorlar. Tam üyelik müzakerelerine başlamakla Türkiye’nin daha bir üst statü aldığını, sadece başvurumuzun olduğu dönemdeki raporlara göre statümüze uygun bir değerlendirmenin yapılabileceğini, ancak bu kez eskileri de aratan bir raporun gelmekte olduğunu söylüyorlar. Komisyonların taslak metni incelemesinden sonra, Eylül ayında rötuşlar yapılıp, Ekim’de rapor kamuoyuna açıklanacak. Bu bilgiler bize ulaştığı gibi, iktidarın da kulağına gitmiyor mu? Daha ayrıntılı bilgilere sahipler. Ancak önemsememe söz konusu. Meclis Eylül’ün ortasında açılacak. AB’nin beklediği bazı yasaları çıkarıp, raporu etkilememiz söz konusu. Tabiî, eğer iktidar bunu dikkate alırsa. Türkiye’nin üyeliğinin askıya alınması beklenmiyor. Ancak ilişkilerin bozulması ve tam üyelik beklentilerinin “duvara toslaması” gibi bir tablo ile karşı karşıyayız. Kıbrıs’ta AB’nin isteğine uygun hareket ettik, ancak karşı beklentiler yerine getirilmedi gibi, artık bizim AB yolumuzu tıkayan argümanlardan bir an önce kurtulup, AB ipine bir kez daha sarılmalıyız. Neden mi? Siyasî ve ekonomik istikrarımız açısından gerekli de onun için. İktidarın AB konusunu böylesine geri plana itmesinin tamamen iç siyasî kaygılardan kaynaklandığına inanıyorum. AB’ye taviz görüntüsünün, MHP’yi güçlendirdiği düşüncesinde Erdoğan. Bu nedenle, gerekirse AB’ye de posta koyup milliyetçi oyları kazanırım gibi, popülist bir yaklaşım içinde. Konulan postaların bizi hangi postallara kurban ettiğini ve Rum kesimi AB üyesi olurken, bizim onların onayını almak zorunda kaldığımızı unutarak…
AB konusundaki kayıtsızlığın seçim hesaplarından başka bir izahı yok. Ancak Türkiye’de yatırım yapan büyük şirketlerin temsilcilerinin Brüksel’de kapı kapı dolaşıp, sonbaharda Türkiye’de bir ekonomik kriz patlak verir mi sorusuna cevap aradıklarını da Erdoğan’a hatırlatmak isterim.
Sonbaharda ekonomik kriz beklentisi...
Kriz sözcüğü kadar sevimsiz bir kelime düşünemiyorum.
Her 3-5 yılda bir ekonomik ve siyasî krizlerle boğuşmuş bir ülkeyiz. Siyasî istikrar nedeniyle birkaç yıldır sabah kalktığımızda, kriz olmayacağından emin olarak başımızı yastığa koyduk. Bu dahi bizi rahatlattı. Ancak Mayıs ayındaki küçük dalgalanma ile büyü bozuldu. Tek başına iktidar olmasına ve temel ekonomik göstergelerin sağlamlığına rağmen, küçük bir dalgalanmayı dahi iyi yönetemedi Türkiye. Dalgalanmadan, diğer gelişmekte olan ülkeler yüzde 5 seviyesinde zarar görürken, biz yüzde 20 etkilendik.
Sadece Brüksel’de ellerinde çanta kapı kapı dolaşan yabancı sermaye temsilcileri değil, ne yazık ki, küçük ve orta ölçekli işletmelerde de bir sonbahar kaygısı yaşanıyor.
Başbakan Erdoğan’ın bunu da görmesi lâzım.
Mazeretler, tumturaklı laflar sorun çözmüyor. Hükümet önce bunu ciddiye alacak, sonra piyasalara güven verici işlemlere yönelecek. İktidar bu psikolojiyi aşabilecek enstrümanlara sahip. Sorun Erdoğan’ın bu tür kaygıları algılama biçiminden kaynaklanıyor. Başbakan bunları iktidara karşı bir düşmanlık olarak görüyor. Tam tersine testi kırılmadan önce yapılan bir dost uyarısı. 3 Kasım’da eski partileri siyasetten silip, AK Parti’yi iktidara getiren küçük esnaf bir anlamda iktidara, “Alarm zilleri” çalıyor. Bu kaygıları dile getirenler Türkiye’nin ilk esnaf mitinginde Tandoğan’da binlerce esnafı toplayıp, Ecevit hükümeti için alarm zilleri çaldıran ve son hesabı da sandıkta gören kesimler. Bu nedenle bu kaygıları AKP iktidarı ciddiye almalı.
AB’nin başkenti Brüksel ile Türkiye’nin başkenti olan Ankara’da esnafın nabzının attığı Siteler ve Ostim’de bir kriz beklentisi varsa, akıllı olan iktidar bunun gereğini yapar. Gereğini yapmayanların durumu ortada. AK Parti tek başına iktidar. Şu anda ciddi bir alternatif gözükmüyor. 1 yıl sonrası için şimdiden konuşmak için erken. AKP’yi iktidara son 6 aydaki rüzgâr taşımadı mı? Siyaset için 1 hafta bile uzun bir süre olabilir, ancak Perşembe’nin gelişini Çarşamba’dan görmek mümkün. Kitleler AK Parti’ye kızmaya başladı. Oylar eriyor ve parçalı bir siyaset doğuyor. 1983’te ANAP tek başına iktidardı. 1987 seçimlerinden sonra ANAP yine tek başına iktidar oldu, ama çok parçalı bir parlamento oluştu. Şimdi de üç, hatta dört partinin meclise girebileceği çok parçalı bir tabloya doğru gidiyoruz.
“Hazıra Hasan Dağı dayanmaz”. AK Parti hazırdan yemeye ve Başbakan’ın vatandaşı azarlayan üslubu, iktidarın heyecanını kaybetmesi kitleleri AK Parti’den soğutmaya başladı.
22.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|