YÖK Genel Kurulu, yeni kurulan 15 üniversitenin rektör atamasına esas teşkil edecek tedviren görevlendirmeler yaptı. Buna göre, mevcut üniversitelerden ayrılan yeni üniversitelerin kuruluş çalışmaları, bağlı oldukları eski üniversitelerin rektörleri tarafından yürütülecek.
Yeni üniversitelerin kuruluş kanununda kurucu rektörün tayini, iki yıllık bir süre için Milli Eğitim Bakanı ve Başbakan’ın teklifi ile Cumhurbaşkanının ataması şeklinde öneriliyordu. Bu uygulama; 1992’de kurulan yeni üniversiteler yasasında geçerliliğini koruyan bir maddeydi. Buna rağmen, gerek Cumhurbaşkanı Sezer, gerekse CHP’nin itirazları doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, önce yürütmeyi durdurma, akabinde de esastan iptal ederek gerekçeli kararını açıkladı.
Uzun süredir yaşanan hukukî boşluk nedeniyle yeni kurulan üniversitelerin ÖYS kitapçığında yer almasına rağmen, kuruluş çalışmaları bir türlü başlatılamadı. Bunun sebebi, YÖK’ün ve Cumhurbaşkanı’nın siyasî iradeyi endişeli alan görme ve tasarrufun önünü kesme girişimidir.
YÖK, 4 üniversite için uygunluk görüşünü bildirmişti. Hükümet ise bunu 15’e çıkardı ve yasal süreci tamamladı. Ancak kimin rektör olması konusunda, kuruluş iradesini ortaya koyan hükümeti yok sayma teşebbüsü ve sonuçta gelinen nokta tanımsızlık içermektedir.
Anayasal dayanak, rektör seçiminde YÖK’ü değil Cumhurbaşkanını mercî olarak görüyor. Buna göre hükümet, rektör atamalarını Cumhurbaşkanının tercihine sunduğuna göre, anayasal bir yanlışlık görülmemektedir.
İptal edilen geçici madde yerine, yeniden kanun koyucunun iradesi alınmadan veya yeni bir düzenleme oluşmadan, YÖK’ün kendine dayanak araması ve kanunî bir boşluğu doldurma gayreti sağlıklı olmamıştır. Kuruluşun harcında ve yerel şartların dinamiğinde etkili olan yürütmeyi, kuruluş aşamasında devre dışı bırakmak, yeni üniversiteleri peşinen kadük bırakacaktır.
Mevcut üniversite rektörlerine bir veya birden fazla yeni üniversiteyi tedviren bağlamak, fiilen aynı üniversitenin yedeğinde tutmak, başlangıç azmini baltalar. Üniversitenin olduğu ile gitmeden, orada yaşamadan, böylesi heyecan veren bir projeyi, bulunduğu şehirden uzak, oradaki dekan veya müdürler üzerinden yürütme ve ek zaman ayırma mantığı, yeni üniversitelerin kurumsallaşmasını ve bağımsızlığını gölgeleyecektir.
Özellikle dışarıdan getirilecek veya eski üniversitelerin heyecanını kaybetmiş kadroları ya da idarecileri ile problemli personelinin transfer edileceği bir geçiş dönemi yaşanırsa—ki böyle olmamasını dilerim—sonraki rektörlerin de eli kolu bağlanmış olacak.
Yeni bir üniversite kurmanın ne demek olduğunu, hazır üniversite yöneten rektörler de tam bilemezler. Bizzat gidip yaşamadıkları bir ilin ve çevresinin sosyal algılarını, önceliklerini, katılımcılığını ve siyasî desteğini almadan üniversiteyi büyütmeleri de çok kolay değildir.
Teorik cevaplara göre, “Bunlar kamu kuruluşlarıdır ve devletin işleyişi içinde gelişecektir” denilebilir. Ancak arazideki durum, haritadan net görülmez. Bu süreçleri yaşayan biri olarak, kabullenilme ve altyapı kurma sanılandan zor ve eziyetlidir.
YÖK’ün kendisine dayanak kabul ettiği geçici 8. Madde ise, rektör ataması yapacak bir hukuki zeminden yoksundur. Tevil edilmiş bir yetki dayatmasıdır.
Buradan hareketle, önümüzdeki günlerde sağduyunun hâkim olacağı yeni bir yasal düzenlemenin bu boşluğu giderecek şekilde inisiyatif alması gerekir. Aksi halde, eski üniversitelerin ve YÖK’ün başta istemediği bu yeni üniversitelerin kendilerini güçlendirmesi ve yasal çerçevesini kendi şartlarında kurumsallaştırması hem gecikecek, hem de ağır yürüyecektir.
Anayasa Mahkemesi’nin “YÖK’ü devre dışı bırakan uygulama” olarak gördüğü rektör ataması ile ilgili kanun maddesi, daha önceki dönemlerde de vardı ve uygulandı. Üstelik, siyasî iradeyi devre dışı bırakıp, kuruluş kanununun inisiyatifini geçici ve tartışmalı yeni bir uygulamaya dönüştürmek, tamamen keyfîdir.
1982’den beri YÖK siyasî iradeyi yok saymaktadır. Hasan Celal Güzel’den dinlediğim bir hatırayla yazıyı bitireyim; İlk YÖK Başkanı İhsan Doğramacı’nın görevden alınması için Özal hükümetinin hazırlık yaptığı günlerde, bir şekilde o günün Cumhurbaşkanı Kenan Evren ikna edilir. Başbakanlık Müsteşarı Hasan Celal Güzel, Çankaya’dan onay alır ve döner. Akşama doğru Başbakan Özal, Güzel’i arar ve “Şimdilik bu kararnameyi durduralım” der. Sonradan anlaşılacaktır ki, Doğramacı, Özal’a ulaşmış ve Anayasa Mahkemesi’ndeki bir konularının hükümet lehine yorumlanabileceği ve bunun için destek vereceğini söylemiştir. YÖK Başkanı, ikili pazarlıkla görevinde kalmayı başarır. Sonuçta Doğramacı bir müddet daha devam eder.
Kendini yasa koyucu yerine koyan YÖK ve benzeri kurumsal alışkanlıkların mutlaka demokratik ve siyasî iradeye saygılı zemine çekilmesi gerekir.
Bunun içi top hükümette.
22.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|