Müthiş bir sır!
Vermenin almaktan üstün olduğunu bilsek de, vermek hep zor gelir insana. Fazlaca benimsiyoruz elimizin altındakileri. Parayı, malı, mülkü, evlâdı, makamı…
Temellük ettiğimiz içindir ki, elimizden çıkmasına tahammül edemiyoruz. Hep ‘benim’ demeye alıştığımızdan, sahiplenme ve kimselere vermeme, kimselerle paylaşmama nefislerimizde ağır basıyor.
Oysaki ‘Allah için vermek’ İslâm tarihinde muhteşem örnekler ihtiva eder. Allah için verince, asıl mal Sahibine vermiş oluyoruz. Onun bize verdiklerinden kullanıyor olduğumuzu unutmamış oluyoruz.
Sahip olunan şeyler arttıkça, iş, imtihan kolaylaşıyor değil. Daha çok şeyler düşünmek ve daha çok şeylerin hesabını vermek durumu ortaya çıkıyor. Ama başarmak da bir o kadar kazanç kapısı. Çok şeyler varlıkla gerçekleşiyor günümüzde.
Çok çalıştığımız için zengin oluyor değiliz. O verdiği için, ‘varlık’ imtihanımız başlamış oluyor. Rızık çalışmakla ters orantılı.
İnsanlık tarihi boyunca, Allah için verdiğinden dolayı fakirleşmiş insan yoktur. Bize verdiği emaneti, malın Sahibi, bizden, yine bizim için satın almak istiyor. O’nun için verince bir, bine ulaşıyor böylece, belki de ebedileşiyor. Verince aslında ve gerçekte arttırıyor insan, artınca da zenginleşiyor.
Paranın, evin-barkın, malın-mülkün, çoluk-çocuğun birer emanet olduğu bilinince vermek kolaylaşıyor.
Bütün sahiplenmelerimiz bu unutkanlığın sonucudur.
Siz, veren el olunuz!
Allah için vermek, büyük bir erdem. Veren el, alan elden onun için üstün.
Vermenin neden müjdelendiğini, neden Allah’ın bir ahlâkı olduğunu bir düşünebilse idik, onca dünyevî yükü omuzlarımıza sarmazdık sanırım.
Esas bize kalanın vermediklerimiz değil, sadece verdiklerimiz olduğunu Peygamberimizden ders almaktayız.
Hazret-i Ayşe, Peygamberimize, kestikleri kurbanı dağıttıklarını, sadece kendilerine bir budun kaldığını belirtir. Peygamberimiz ise; “Ya Ayşe! Bize kalan, o bir budun dışındakilerdir.” der.
Peygamberimizin (asm), “Allah için, sahip olduklarınızdan neler veriyorsunuz?” hitabına; Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Ebubekir’ kendilerine yakışan cevaplar veriyorlar. Servetinin üçte birini, yarısını, hepsini veren örnekler yine Asr-ı Saadetten. Verenin yolunda harcamanın kayıp olmayacağını bilen Hz. Ebubekir, sahip olduklarının hepsini vermenin hazzını yaşıyor.
İnsanlar az da olsa veren olmayı sevdiler
Geçenlerde ziyaretimize gelen damadımız Yunus Emre Otman ile konuşuyoruz. “Bursa’da cemaat hizmetleri nasıl gidiyor, nasıl inkişaf etti.” sorumuza, ‘Bursa’da başlangıçta pek zengin ağabey yoktu. Ama insanlar az da olsa vermeyi sevdiler, Allah da onlara verdi.” diye cevap verdi.
Sonuç açık; Allah için, İslâmî hizmetler için verdikçe; insanlar da, hizmetler de zenginleşiyor.
İslâm tarihi boyunca din, iman, Kur’ân için; malından mülkünden, sıhhatinden… verdikçe insanlar, neyden vermişlerse, o bereketlenmiştir kaydı var. ‘Verince azalır’ diye bir kayıt yok.
Yüzme nasibimiz Şanlıurfa’daymış
Yaz tatili çerçevesinde Yunus Emre ve eşi, Bursa, Antalya, Alanya, Anamur, Mersin, Adana, Gaziantep, Şanlıurfa, Malatya ve Konya… güzergâhında bir seyir takip ediyorlar. 25 yaşlarında iki genç olmalarına rağmen o kadar kıyı gezisi içerisinde bir deniz safası yapmamışlar.
Sonra Şanlıurfa- Bozova’da Çatak Tesisleri’ne gittik. Emre ile sohbet ederken, Şanlıurfa’da havuz safasında idik. Öyle zevkle suya dalışı vardı ki, yüzmeyi özlediği anlaşılıyordu. Arada bir cümle ile, kaderin onu nasıl kıyılardan uzak tuttuğunu anlatıyor:
“Kıyı şeridinden geliyoruz ama, yüzme nasibimiz Şanlıurfa’da imiş. Belki böylesi daha hayırlıdır.”
Tasarrufu devam eden
zatlardan; Hayat-ı Harranî
Şanlıurfa’da önce, tasarrufu devam eden zatlardan, Hayat-ı Harranî Hazretlerine gittik. Buralarda onların sıcaklığını, manevî esintilerini hissetmemek mümkün değil.
Herkes türbede duâsını ettikten sonra, ben tekrar içeriye girerek, duâma biraz daha devam ettim. ‘Bana hayırdır, ne konuştun hazretle?’ dediklerinde, ‘Hayat-ı Harranî Hazretleri ile bir meselemizi istişare ettik’ dedim.
Sonra Emre’de İbrahim (as) makamında biraz fazlaca bizi bekletti. Tabiî soru hakkı bize geldi: ‘Hayırdır, Hz. İbrahim (as)’la derin meseleler konuşuyordunuz herhalde?’ dedim.
Tatlı tebessümler...
Evet, maneviyat önderleriyle meselelerimizi konuşmak mümkün. Onlar da bir şekilde, anladığımız bir dil ile yol gösteriyorlar.
‘Umre yap dediler; haccı düşündük’
Artık gençlerimizden hacca gidenlerin sayıları artmaya başladı. Hatta imkânları olanlar, Malezya Müslümanlarının yaptığı gibi, evlilik sonrası damat ile gelin aralarında mehir anlaşması yaparak, haccı öncelikleri arasına alabiliyorlar.
Emre’nin de anne babası, ‘Henüz gençken bir umre yapın’ diyorlar. Emre ise farklı bir noktaya dikkatleri çekiyor. “Henüz eşimin tarafında, tanışıp duâlarını almadığımız bir çok büyük insan var. Umre’den önce onları ziyaret edip, onların duâlarını almalıyız. Ondan sonra inşallah, Rabbim bize haccı nasip eder.” diyor.
Allah böyle gençlerimizin sayılarını arttırsın inşallah.
Emre bu güne gelirken, dünü unutmuyor
Emre, şahs-ı maneviye duâ ediyor: “İyi ki cemaat var. Ve iyi ki, pırlanta bir topluluk içerisinde bulmuşuz kendimizi. O da Rabbimizin bir lütfu. Şükürler olsun O’na.”
Kıymetli Emre’nin, verdikçe zenginleştiler kaydı bana orijinal geldi. Ki verdiklerimizi şimdi görmüyoruz aslında. Gördüklerimiz bereketlenen kısmı. Oysaki verdiklerimizle neler neler kazandığımızı mahşer gününde göreceğiz. O zaman, ‘iyi ki vermişiz’ diyeceğiz.
19.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|