İstanbul’dan okuyucumuz: “İnsan öldürmenin şüphesiz ki dînimizde yeri yok. Bunu biliyorum. Allah bizi bu gibi durumlardan korusun. Fakat zor durumda kaldığın zaman adam öldürmenin yeri var mıdır? Meselâ, canına, malına, ırzına tecavüz edildiği zaman ne yapılmalıdır?..”
Yüce Dînimiz hukukun üstünlüğünü tanımış ve önemli hukûkî düzenlemeler yapmıştır. Hukuk dışı insan öldürmenin dînimizde yeri yoktur. İnsan kendi başına ceza veremez, infaz yapamaz, verdiği fevrî cezayı uygulamaya geçemez. Geçerse zulüm yapmış olur, haksızlık yapmış olur, cinayet işlemiş olur. Nitekim öfkeyle kalkıp zararla oturmak bundan başka bir şey değildir. İşte Üstad Hazretlerinin ifadesiyle, bir dakikalık intikam lezzeti ile hareket eden, bu fevrîlikten dolayı milyonlar sene hapis cezasına kendisini müstahak etmiş olur.
İnsan canını, malını ve namusunu korumalıdır tabiî ki. Ama töre adına yapılan kimi uygulamalarda olduğu gibi insan öldürerek değil. Can, mal ve namus tehlikeye düştüğü zaman tetiğe sarılmak törelerimize yerleşmiş olsa bile, İslâm dininin bunu tasvip etmesi mümkün değildir. Bu sadece törelerimizin vahşî yanıdır. Bu vahşeti Müslümanlık haklı saymıyor.
Can, mal ve namus tehlikeye düştüğünde öncelikle emniyet güçlerinden yardım istenir, gerektiğinde idarî ve hukukî mercilere başvurulur. Birden bire gelişen olumsuzluklarda kendimizi kendimiz savunmak zorunda kalırsak, öldürmeye kast etmeksizin, korkutmak amacıyla atış yapılır. Ama öldürmeye atılmaz. Ölümle sonuçlanacak müdahalelerden kesinlikle kaçınılır.
***
Diyarbakır’dan okuyucumuz: “Şeair-i İslâmiye kaç tanedir? Nelerdir?”
Bediüzzaman Hazretlerine göre şeair, İslâmiyet alâmeti olan emirlerdir. İslâm toplumunun ortak hukuku olan ortak ibadetleridir. Yapan, İslâm toplumu adına yapar. Ve yaşayan, İslâm toplumunun mührünü gösterir. Tamamen terk edilmesiyle bütün İslâm toplumu sorumlu olur. Bu açıdan, şeâire riya giremez. Çünkü şahsî değildir. Bediüzzaman’a göre şeâir-i İslâmiye denilen davranışlar hüküm bakımından nafile de olsa, sünnet de olsa, şahsî olmayıp İslâm toplumunu ilgilendirdiği ve İslâm toplumunun ortak malı ve ortak hukuku olduğu için şahsî farzlardan daha ehemmiyetlidir.1
Böyle olunca; bir beldede, bir memlekette İslâm’ın yaşandığının işareti olabilecek hemen her dinî emir (farz olsun, sünnet olsun) şeâir-i İslâmiye olabilecek vasıftadır. Ezan, cami, namaz, oruç, zekât, hac, sarık, sakal, başörtüsü bunlardan sadece bir kaçıdır.
***
Antalya’dan okuyucumuz: “Büyü yaptırmanın haram olduğunu biliyorum. Bizim buralarda büyücülük maalesef çok yaygın. Kendisine büyü yapılan birisi bu büyüyü bozdurmak için büyücüye gidebilir mi? Bu caiz mi?”
Büyü yapmak ve yaptırmak, insana silah sıkmaktan daha ağır vebal taşıyan bir büyük günahtır. Kendisine büyü yapılan kişi, “Kul eûzü birabbi’l-felak, kul euzü birabbi’n-nâs, Âyete’l-kürsi… vb. gibi âyet ve sûreleri okuyarak her türlü şerir ruhlu varlıklara karşı Allah’a sığınır, böylece önce kendisi, kendi üzerindeki büyünün tesirini kırmaya çalışır. Sünnet olan budur.
Bununla beraber, kendisine nasıl ve kim tarafından büyü yapılmışsa, o büyücüyü bulup, gerekirse dişinin kirasını da vererek, üzerindeki büyünün kesinlikle bozulmasını isteyebilir. Bunda da bir sakınca görülmez. Çünkü burada bir zararın def’i, yani yapılmış bir büyünün tesirsiz kılınması söz konusudur. Art niyet yok, başkasına zarar verme kastı yok; aynı yolları takip ederek, uğradığı zarardan kurtulma kastı vardır. Bu mubahtır. Fakat bu esnada kendisine büyü yaptırdığı iddia edilen kişiye zarar vermemesi şarttır.
Dipnotlar:
1- Lem’alar, s. 181
19.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|