Yoksulun, fakirin, kimsesizin babasıydı o. En dikkat çekici özelliği hayrı, hasenatı, sevmesiydi. Tek kelimeyle cömertti o. Allah cömert değil miydi? Resûlullah cömert değil miydi? Kâinattaki her şey cömertçe kendilerine ihsan edilen rızıkları dağıtmıyorlar mıydı? Öyleyse cömert olmamaya hiçbir sebep yoktu. Mal biriktirilecekse hayır için biriktirilmeliydi? Biriktirilip biriktirilip de ahirette işe yaramayan malın ne kıymeti olabilirdi? Allah için ihtiyaç sahiplerine zamanı gelince verilmeyen zenginliğin ne hükmü olabilirdi?
O, dağıttıkça dağıtıyor, verdikçe veriyor, Allah da ona veriyordu. Birgün yanına bir ihtiyaç sahibi geldi! Yanında hiçbir yiyecek yoktu. Sadece üç dinar parası bulunmaktaydı. Birini ona verdi. Az sonra bir ihtiyaç sahibi daha geldi! Birini de ona verdi. Sanki anlaşmışlarcasına bir üçüncüsü daha geldi. Sonuncusunu da ona verdi. Hıristiyan hizmetçisi dayanamayıp, “Efendim, niçin birşey bırakmadın?” demekten kendini alamadı. Fakat birşey de yapabilecek durumda değildi!
Bu cömert insan sahabeden Ebû Umame’den başkası değildi. İlginç ya, o gün de oruçluydu. Elinde, evinde akşama yemek hazırlamak için ne bir yiyecek ve ne de bir para kalmıştı. Anlayışlı hizmetçi borç harç birşeyler alıp ona iftarlık hazırlamıştı. Yatsı namazını kılmak için namaza gittiğinde de yatağını hazırlamak için odaya girdiğinde, bir de ne görsün, yatağın yanında altınlar yok muydu? Şaşırmıştı hizmetçi. Namazdan gelince de, “Allah hayrını versin. Evin ihtiyacı olan parayı yatağın yanına bırakmışsın da bana söylemiyorsun. Onları yatağının altına koydum” dedi.
Şaşırmıştı Ebû Umame (ra). “Nasıl olur, ben yatağın yanına hiçbirşey bırakmadım!” Yatağı kaldırıp altınları gördüğünde de bütün bütün şaşakalmıştı. (Hilye, 10:129)
Bu, hiç şüphesiz onun cömertçe dağıtmasının peşin bir mükâfatıydı.
19.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|