Kendini laik veya laiklik yanlısı olarak vehmeden görgüsüz, patavatsız bazı kimseler, dindar, mütedeyyin gördükleri hemen herkese, "İslâmcı" damgasını vurma kolaycılığına sapıyor.
O kişinin buna rızası var mıdır, yok mudur; kendisine "İslâmcı" damgasının vurulmasından hoşlanıyor mu, hoşlanmıyor mu, bu tür nezaketsiz heriflerin hiç umurunda bile değil.
Kendilerini "laik" diye vehmediyorlar; ancak, siz aynı dilden konuşup onlara "laikçi" dediğiniz anda da küplere biniyorlar.
Hayrola, niçin böyle kızıp köpürüyorsun, sayın vatandaş?
Madem ki, sen "laikçi" tabirinden hoşlanmıyorsun, o halde bir başkasına neden "dinci" veya "İslâmcı" yaftasını yapıştırıyorsun?
Üstelik, içinde yaşadığımız toplumun kahir ekseriyeti Müslüman. Böylesi mutlak çoğunluğu teşkil eden bir toplum içinde, ayrıca "İslâmcı" olunmaz.
Yani, yüzde 99'u teşkil eden bir ekseriyet, yüzde 1 civarındaki bir azınlığa karşı şucu veya bucu olmaz, olması da gerekmez.
Evet, bu milletin fert veya cemaatleri "dindar" olur, ancak "dinci" olmaz. Tıpkı, "Müslüman" olup, "İslâmcı" olmadığı veya olması gerekmediği gibi...
Peşinen reddediyoruz
Yakînen şahit oluyoruz ki, zaman zaman bizim için de "İslâmcı yazar" veya "dinci gazete" tabirini kullananlar oluyor.
Peşinen ifade edelim ki, bu tür tâbirlerle vasıflandırılmayı veya damgalanmayı kat'î sûrette reddediyoruz, men'ediyoruz.
Bizler, çok şükür Müslümanız ve dinî muhtevalı bir gazete çıkarmaya çalışıyoruz. Ancak, "dinci" veya "İslâmcı" diye damgalanmayı asla kabul etmiyoruz ve bundan hiç de hoşlanmıyoruz.
Bu sebeple, bizi muhatap alanları daha nezaketli ve saygılı davranmaya dâvet ediyoruz.
Zira, bir kişi veya camiayı, hiç hoşlanmadıkları, hatta rahatsız oldukları birtakım söz ve tâbirlerle yadetmeye hiç kimsenin hakkı yoktur.
Hele hele, umumu veyahut ekseriyeti içine alan bir kudsî mânâyı, adeta yamultarak veya rayından saptırarak, üstelik sıklıkla telâffuz etmeye hiç, ama hiç kimsenin hakkı olmasa gerektir.
Aynı hususla ilgili olarak, daha evvel de bir takım yazılar yazıldı, gerekli hatırlatmalarda bulunuldu gerçi. Ancak, yeterince bir tesir hasıl olmamış olacak ki, bazıları aynı teraneye devam ediyor.
Bilerek veya bilmeyerek "dinci" gibi, "İslâmcı" gibi tabirlerle dindarları ve Müslümanları damgalama nezâketsizliğini sergileyenlere karşı pes edecek halimiz yok.
Onları yaptıkları bu kabalıktan caydırıncaya kadar, önce "kavl–i leyyin" ile ikaz etmeye, inat ve ısrar ile aynı tavrı sürdürmeleri halinde ise, anladıkları lisan ile mukabele etmeye mecburuz. Tıpkı, dindarlara yönelik "irtica–mürteci" yaftasını kabullenmeyip itiraz ettiğimiz gibi.
Böylesi bir mukabelede bulunulmadığı takdirde, âşikâre yapılan bir haksızlığı kabullenmek gibi, zilleti, ezikliği çağrıştıran nahoş bir duruma düşmüş oluruz.
İslâm memleketi olan bu vatanda, herkesin haddini–hududunu bilmesi ve edebini takınması gerekir.
İstediğimiz budur, başka bir şey değil.
Belediyelere ihtar
Parklarda gürültü kirliliği
Belediyeler, vergisini alarak yönettikleri şehir ahalisini rahat ettirmek için, parklar, bahçeler yapar, dinlenme alanları tanzim ederler.
Ne var ki, bazıları son derece bilgisizce, şuursuzca ve çok da masraflıca yapıyor, bu tür hizmetleri.
Bir bakıyorsunuz, milyarlarca lira harcanarak (yeniden) tanzim edilen ağaçlı, çiçekli, çimenli bir park alanı, kısa bir süre sonra adeta kirli ve gürültülü bir viraneye döndürülmüş vaziyette.
Örnek mi istersiniz?
Alın size İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı binasının tam karşısındaki yeşil alan... Alın size Fatih İlçe Belediye Başkanlığı binasının hemen altındaki İtfaiye Parkı.
Dünyanın masrafı yapılarak yeniden tanzim edilen bu her iki park alanında da ağaçlar, çiçekler, çimenlikler ve oturma yerleri var. Buralara aileler, çocuklar, yaşlılar, hatta hastalar gelip oturuyor, sözde azıcık dinlenmeye çalışıyor.
Ancak, bu ne mümkün...
Adeta sabahtan akşama ve akşamdan gecenin geç saatlerine kadar buralarda bazan tek kale ve çoğu kez çift kale top oynanıyor, ateşli, bağrışmalı maçlar yapılıyor.
Söz dinlemez gençler tarafından oynanan ve sertçe şutlanan toplar, bazan bebeklerin, hasta veya ihtiyarların sırtına veya suratına öyle bir çarpıyor ki, görünce üzülmemek, eseflenmemek, hatta sinirlenmemek elde değil.
Bu sinirlilik hali, bazan sert münakaşalara ve hatta kavgalara bile yol açıyor.
Hasılı, parklar yapılmış, ama sahipsiz gibi. Üstelik bilinçsizce yapılmış. Zira, alan içinde öylesine boş ve düz kısımlar bırakılmış gibi, adeta grup maçlarına dâvetiye çıkarır cinsten.
Park alanı düzenleyecek belediyelere, bu vesileyle bir hatırlatmada bulunuyoruz: Yeşil park ve bahçe sahalarını yapar veya yaptırırken, bu alanları lütfen içinde top oynanamayacak şekilde projelendirin. Zira, sergerde gruplarla başka türlü baş edemezsiniz.
Günün Tarihi
Bir devrin kanlı diktatörü: Cengiz Han
19 Ağustos 1227: Moğol–Türk devletinin kurucusu Cengiz Hânın ölümü. Öldüğünde, 70 yaşlarında olduğu tahmin ediliyor.
Çevresine dehşet saçan ve yaşadığı dönemde bütün insanların korkulu rüyâsı haline gelen Cengiz Han, aslen Moğol olmakla birlikte, teşkil ettiği askerî birliklerin içine çok sayıda Türk'ü dahil etmişti. Tarih kitaplarında kurmuş olduğu devletin "Moğol–Türk" ismiyle yadedilmesinin sebebi budur. Yoksa, kendisi Türk falan değil.
Asıl ismi Temuçin olan bu kanlı diktatör, Moğolistan'da kurmuş olduğu devletin başına geçerek tüm yetkileri elegeçirdikten sonra, çevresindeki bütün hükümetlere ve topluluklara saldırmaya başladı.
Gittiği veya girdiği her yeri yakıp yıkmakla etrafa korku saçtı.
Harzemşahlardan başka, karşısında dayanabilen olmadı. Cengiz'in orduları, Celâleddin–i Harzemşah'ın kuvvetleri karşısında defalarca mağlup düştü.
Ne var ki, Cengiz Han, dört bir yanda saldırganlığa devam etti ve tarihte işgal sahasını en çok genişletebilen diktatör ünvanıyla tarihteki yerini aldı.
19.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|