Geçmişte olduğu gibi, bugünkü hayat şartları içerisinde de “doğruluk ve ciddiyet” kıymetinden hiçbir değer kaybetmemiştir
Asrın sahibi Bediüzzaman’ın “Ahlâk-ı âliyeyi (yüksek ahlâkı) ve yüksek huyları hakikate yapıştıran ve o ahlâkı daima yaşattıran, ciddiyet ile sıdktır”; “Zira nizamı olmayanın, külliyeti olamaz.” (İ. İcâz) veciz ve beliğ ifadeleri, her şeyi bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyor.
Asırları aydınlatan Kur’ân güneşinden yansıyan bu hakikat ve tesbitler, sadece inananlar için değil bütün insanlık için çok ibretâmiz mesajlar ihtiva ediyor.
Yani, iyi ve mükemmel ahlâklı olmanın yolu ciddiyet ve sadakat ve doğruluktan geçiyor.
İnsanlık için “fıtrî” ve en son din olan İslâmiyetin, şahsî, ailevî ve sosyal hayat için getirdiği o yüksek ve ulvî prensiplere, hükümlere uymakla ancak, insanlık belâlardan kurtulup mutluluğa ulaşacaktır.
Hayatın her karesinde, her hangi bir insandan, hele de Müslümandan beklenen, her işi yer, zaman ve zemine göre gayet ciddiyetle yapması, basit görmemesi, önemsemesi, dakîk ve dikkatli olması, sözüne sahip çıkması ve arkasında durabilmesidir. Aksini düşünmek insanın kendisiyle ters düşmesidir.
“Mükemmelliğin ve şerefin ölçüsü olan İslâmiyet” tesbitini yapan da Bediüzzaman’dır. Bu şerefle şereflenen beden ve ruhlar ona uygun hareket ettiği müddetçe başarıya ulaşır.
Yani işin özü her konuda olduğu gibi teorileri hayata geçirmek ve tatbikattır. Bu gün her sahada sıkıntısını büyük ölçüde çektiğimiz husus, tiryakiliklerimiz, ezberlerimizi bozmamamız ve klasiklikten uzaklaşmamamız olduğu ortadadır.
Akıl, kalp, mantık ve muhakemenin hâkim olması lâzım gelen bedenlerimize maalesef çoğu zaman nefis ve hisler hâkim olmakta, bu da keyfîliği ve inanılmaz yanlışlıkları doğurmaktadır.
Ciddî ve özlü bir nefis muhasebesi yapıp, bazı artı değerleri davranışlarımıza ekleyebiliriz. Böylece, gerek şahıs, gerekse de toplum ve aile hayatı noktasında daha iyi gelişme ve güzellikler yakalayabiliriz.
Dakik olma, verilen sözlere harfiyen uyma, randevularına azamî dikkat ve itina gösterme bu asrın öncelikleri ve de olmazsa olmazları arasında gelmektedir.
Dünyada söz sahibi, güvenilir, isim yapmış popüler insan ve firmalar, kendilerine hedef olarak yüksek bir standart belirlemekte, “sıfır hata” hedefiyle planlar yapmakta ve uygulamaya koyma çabasında bulunmaktadırlar.
İnananlar olarak bize düşen ise, bu sahadaki “kaderin” hükmünü göz ardı etmeden fıtrî şeriatın gereği olan “sünnetullah kanunlarına” tam mutabık hareket etmek ve daha dikkatli olmaktır.
Yapılacak bir toplantı, istişare, ziyaret, organize… vb. hizmet ve hayatın her yönünü alâkadar eden faaliyetlerde verilen söz ve vaatlerin bir “namus” borcu olduğu şuuruyla hareket etmek, hem dinî hayatın, hem de toplum hayatının kaçınılmaz mecburiyetleri arasında yerini almıştır.
Verilen sözlerin, vaatlerin ve akdedilen anlaşmaların arkasında durmak, tam zamanında icrasına azamî gayret sarf etmek, hem kendi açımızdan, hem de muhatap olduğumuz insanlar açısından bir “şeref ve namus borcu” olduğu hiçbir zaman gözden uzak tutulmamalıdır.
Toplum olarak, Batı ile aramızdaki en fecî ayrılık ve uçurum bu noktadır. Dakiklik ve verilen söze mutabık hareket etme konusu. İslâma gönülden inanmış, AB’nin müsbet standartlarını bütün varlığıyla destekleyen bir kitle ve cemaatin fertlerinin ise bu konularda yaya kalma lüksü yoktur. Önceden birlikte tesbit edilen hiçbir toplantı, meşveret, verilen söz ve faaliyetin zamanını keyfî, umursamaz, ciddiyetten ve doğruluktan uzak bir tavırla iptal etmek, geriye veya ileriye almak veya ona icabet etmemek, ucuz ve basit bahaneler ileri sürmek diye bir lüksü ve keyfiliği olmamalıdır. Hayatî, çok geçerli ve elimizde olmayan olay ve vak'alar müstesna!
Savunduğu değerlere ters hareket ve tavırlar içerisine giren bir insanın toplumdaki olumsuzluklardan şikâyete hakkı olamaz. Hele de topluma örnek olması ve yön vermesi lâzım gelen insanların, böyle bir davranışın içerisinde bulunmaları affedilmeyecek bir hatadır.
Kâinatta tıkır tıkır işleyen “fıtrat kanunları”nı harfiyen tatbik eden bir yüce Nebînin (asm) ümmeti ve müceddid-i ahirzamanın talebesi olma iddiasındaki fertlerin taviz vermeleri asla düşünülmemelidir.
Vaadinde vefasızlık göstermenin aynı zamanda bir insan hakkı ihlâli ve bir hukuk tecavüzü olduğunu düşünüp muhatapları, kim olursa olsun ciddiye almanın ve helâllik dilemenin ne kadar önemli olduğunu da hatırlatmak ve vurgulamak gerek.
Sözü özüne uygun Müslümanlar olmak ve bunu hayat boyu prensip etmek dilek ve temennisiyle.
19.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|