Zaman hızla akıp giderken, “bilim-araştırma” başlığında AB ile müzakerelerin açılıp kapandığı, yani müzakere sürecinin resmen başladığı günün üzerinden iki ayı aşkın süre göz açıp kapayıncaya kadar geçiverdi.
12 Haziran’ı hatırlayalım. Gündemin bir numaralı konusu AB idi. Ekiplerini Brüksel’e konuşlandıran TV’ler gün boyu canlı yayınlarla “Müzakereler başlayacak mı, başlamayacak mı?” sualinin cevabını beklemişlerdi.
Benzer tabloların 17 Aralık 2004 ve 3 Ekim 2005 günlerinde de yaşandığı mâlûm.
Ancak gelinen noktada bir farklılık var.
Türkiye’de AB rüzgârı artık eskisi kadar güçlü esmiyor. Heyecanın yerini duraksama ve isteksizlik almış gibi bir görüntü mevcut.
Yakınlarda bizzat AB’nin resmî kurumları tarafından yapılan anketlere göre, Türkiye’nin AB üyeliğine halkın desteği ciddî oranda gerilemiş görünüyor.
Bunda, hükümetin özellikle 17 Aralık’tan sonra reformlar için neredeyse kılını bile kıpırdatmamasının ve konuyu rafa kaldırmasının büyük payı var.
Konu hükümetin gündeminden çıkınca halkta da soğuma olması ve zaten tetikte bekleyen AB karşıtlarının fırsattan istifade ederek meydanı doldurmasıyla havanın değişmesi gayet normal. Bunun şaşılacak bir tarafı yok.
Hükümetin Meclisi tatile sokarken TMK’yı çıkarıp, haddizatında yamalı bohçadan farkı olmayan 9. reform paketini yarım bırakması gidişatın yönünü yeterince anlatmıyor mu?
Başbakan da, Dışişleri Bakanıyla Başmüzakereci Devlet Bakanı da istedikleri kadar “AB sürecinde hiçbir problem ve yavaşlama yok, herşey yolunda gidiyor” diyedursunlar.
Görünen köy kılavuz istemiyor.
Bilindiği gibi, müzakerelerin fiilen açılmasına da Kıbrıs meselesinin, Rum engelinin ve liman tartışmasının gölgesi düşürülmüştü.
Ama takip eden günlerde AB bu tartışmanın daha ziyade Türkiye’deki AB karşıtlarına yaradığını fark ettiği için olmalı, frene bastı.
Ve liman baskısını şimdilik askıya aldı.
Buna karşılık demokratikleşme reformlarını daha ısrarlı bir şekilde takip edeceğinin işaretlerini vermeye başladı. Brüksel’den Ankara’ya iletilen son notlardaki uyarılar önemli.
Türkiye’nin AB politikasının “milliyetçiliğin kıskacında” olmakla eleştirildiği bu notlarda “devlet tabularını yıkmadan demokratikleşmede ilerleme sağlanamayacağı” belirtiliyor.
Tabular için verilen örnekler de ilginç.
Bunlar arasında başörtüsü meselesine de yer verilmesi ise, AB-Türkiye ilişkilerinde bir ilk. Mâlûm, şimdiye kadar AB bu konuya “iç mesele” olduğu gerekçesiyle uzak ve mesafeli durmayı tercih ediyordu. Ama şimdi “AKP sorunun çözümü için gerekli uzlaşma ortamını oluşturamadı. Tartışmalar yapay bir zemine oturtuldu ve Kemalist-İslâmcı kutuplaşması meydana getirildi” eleştirisinde bulunuyor.
AB, Kürt sorununda, ifade özgürlüğünde, asker-sivil ilişkilerinde de hükümeti çözüm için gerekli adımları atmamak, hattâ direnç göstermekle eleştiriyor. (Radikal, 14.8.06)
Brüksel, Türkiye ile yakından ilgilenme sebebini ise “ülkede demokratik değerlerin hakim olması için” gerekçesine dayandırıyor.
Bakalım bu uyarılar nasıl mâkes bulacak?
19.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|