Çocuk, öğrenme rehberliği yapacak yaşlı adamı dinliyordu. Görüşmeden çok mutluydu. Beklenmedik bir sürpriz yaşadı. Yaşlı adam birden kaybolmuştu.
Yaşlı adamın kaybolması ile birlikte, geniş ve önü açık alanda kendini çok yalnız hisseden çocuk; “Şimdi ne yapmalıyım?” diye düşünmeye başladı.
Yaşlı adamla buluşmuş ve doğru bir başlangıç yaptığına inanıyordu. Sorumluluk ve disiplin isteyen bir öğrenme yolculuğuna çıktığının farkındaydı. Anlamadığı ve bilmediği çok şey vardı.
“En çok öğrenmem gereken nedir?” sorusunu kendine sordu.
Soruyu tekrarladı: “En çok öğrenmem gereken nedir?”
Üçüncü tekrarında avazı çıktığı kadar sesli söylemişti. Sesi yankılanınca; “İletişim, aldığınız tepkidir” sözünü duydu.
Sesin kaynağına yöneldiğinde bir kuş kafilesinin geçtiğini gördü. Bir an, kuşların kendisi ile konuştuğunu hayal etti. Sonra, kuşlarla ortak dili olmadığından bu sözü onların söyleyemeyeceğini düşündü.
Ancak anladı ki kendisi ile ortak dili kullanan biri var. Kendi algılama sisteminin onda olabileceğini henüz bilmiyordu.
Yaşlı adam tekrar önünde belirince rahatladı. Saygı içinde ve merakla; “En çok öğrenmem gereken nedir?” dedi.
Yaşlı adam, değişme sürecinin bir gelişme çizgisine döndüğünü hissedince; “Kendini tanıman lâzım. Kendini öğren” dedi.
Küçük çocuk, duygu ve düşüncelerinin yeni bir heyecanla tanışma yolculuğunda olduğunu anladıkça, yaşlı adamın bu tavsiyesini önemsedi. Kendi kendine sordu: “Ben kimim? Kendimi nasıl tanıyacağım?”
Yaşlı adam, kısa süreli bir sessizlik içinde küçük çocuğu gözlemledi. Sonunda; “Sen bir saraysın. Bin kapılı bir saraysın. Keşfetmen gereken bir organizman ve sistemin var. Bu sistemin temsilleri var” dedi.
Çocuk kendi sistemini yakından bilmek istiyordu. Yaşlı adam, çocuğun isminin olmadığını daha önce öğrenmişti. Birden;
“- Sana bir isim verelim. Artık sen çocuk değilsin. Çocukça değil, büyükçe öğrenme yolculuğundasın.”
“- Ne olmasını isterdiniz?” dedi çocuk.
“- Senin hissettiklerini yansıtacak isim sana ait olacağından, bugüne kadar kimse bu hakkı kullanmadığına göre, adını kendin koy. Artık kendini isimlendirecek yaştasın.”
Çocuk dalmaya başladı. Yaşadıklarının hüznü ile geleceğe umut olan bu öğrenme yolculuğu arasında, yeni dönemine ait olacak isimler kafasından geçti. Köyde duyduğu isimleri hatırladı. “Niçin bugüne kadar ismim olmadı?” diye hayıflandı kendi kendine.
Sonra A’dan başlamak geçti içinden. Alfabenin A’sından. Çocukça bir masumiyetle söylendi; “A ile her şey yeniden.”
“- A’lı bir isim düşünüyorum” dedi.
Yaşlı adam “Ali mi?” diye tekrarlayınca;
“- Evet buldum. Benim adım Ali olmalı.”
Yaşlı adam bu hızlı geçişi tam çözememişti. Ancak küçük çocuk için bir çağrışım yapmıştı.
Küçük çocuk, tekrarla “Benim adım Ali” dedi.
“Sadece Ali mi?” dedi yaşlı adam.
“- Evet.”
“- Peki, çok güzel.”
Küçük Ali, kendini tanımlayan ismine alışmaya çalıştı. Artık “Ali” denince kendini biliyordu.
Yaşlı adamla dere kenarında yürümeye başladılar. Akan suyun sessizliğini işaret etti yaşlı adam:
“- Bu su, küçük derede az akar. Ancak ileride havuzda biriktikçe gördüğün bütün araziyi sular. Birikimlerinizi bilgi havuzunda depoladıkça, akacak mecrasını buldukça, sürekli boşalır ve yeni kaynakları ile dolar.”
“- Evet kapasitemin küçük kabına değil, sonuçta ulaşacağım hacmime göre kapasitemi geliştirmeliyim. Su gibi sessizce ve sürekli akarak berrak ve suyun kaynağındaki kimyasıyla özelliğimi korumalıyım.”
“Hepsi bu!” dedi yaşlı adam. “Suyun kaynağına bağlı kalmak şart” diye sürdürdü konuşmasını.
“- Suyu hissederiz, görürüz ve çağlayanın sesini işittiğimizde bazen bütünleşmiş üçlüyü buluruz. Hatırladın mı üçlüyü?”
“- Evet görmek, işitmek ve hissetmek.”
Yaşlı adam, öğrenen Ali’yi çok sevmişti. İlgisini ve zekâsını beğenmişti.
“Sana ‘Küçük Ali’ demek yetmiyor. Çünkü ruhun büyük. Sen, ‘Büyük ruhlu küçük Ali’sin.’ Seni, zihnimde böyle canlandırıyorum.”
Ali, öğrenmenin artık zevkini ve farkını yaşıyordu...
13.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|