MGK toplantısı nedeniyle Lübnan’a asker gönderme kararı açısından kritik saatlere tanık olacağız.
Çünkü bu toplantı, her ne kadar emekliye ayrılacak olan komutanlar nedeniyle bir veda toplantısı hüviyetinde olsalar da, asker gönderme konusunun ele alınacağı kritik bir toplantı olacak.
MGK üyeleri toplantıya BM’nin hazırladığı, “Harekât Konsepti” ve “Angajman Kuralları” başlıklı belgeyi inceleyerek giriyorlar. Ayrıca Dışişleri Bakanı Gül, Lübnan’ın ardından dün de İsrail’i ziyaret ederek, bilgileri birinci kaynaktan toplayıp, gözlemlerde bulundu.
Gül, 1 mart tezkeresindeki ihtiyatlı tutumunun aksine, Lübnan’a asker gönderme konusundaki coşkulu tutumu ile dikkat çekiyor. Bunu tezkeredeki tutumu nedeniyle ABD’den yediği çiziği silme, Erdoğan sonrası Başbakanlığını garanti altına alma çabası olarak mı görmeli?
İhtiyatlı olmamızı gerektiren gelişmelerle karşı karşıyayız. Çünkü, Lübnan’da ateşkesin nasıl pamuk ipliğine bağlı olduğu, ateşkese rağmen İsrail’in gerçekleştirdiği saldırı bir kez daha ortaya çıktı.
50 yıldır BM’nin aldığı hiçbir kararı dinlemeyen İsrail, gerekli gördüğü anda ve gerekli gördüğü ülkeyi vuruyor. Aslında ateşkese falan gerek yok. Sadece İsrail’in saldırılarının durdurulması yeterli olacak. BM’den gelen belgelerde yer alan, ”Zorunlu kalınması halinde Hizbullah’a karşı güç kullanmayı” öngören madde rahatsızlık verici unsurlar içeriyor.
Ayrıca, BM Gücünün barışı korumakla görevli olacağı, Hizbullah’ın silahsızlandırılmasına soyunmayacağı gibi tezler, İsrail’in beklentileri ile örtüşmüyor. BM’de Lübnan konulu toplantı yapılırken, İsrail’in barış Gücü’nün bu görevleri de üstlenmesi talebini getirdiği biliniyor.
Bu yüzden gözü kapalı Lübnan çöllerine kendimizi atamayız.
Karşı karşıya olduğumuz gerçekler, Bakan Gül’ün, Ertuğrul Özkök ve Fatih Altaylı ile lanse ettikleri tablonun çok ötesinde.
Hizbullah lideri Nasrallah’ın yerinin Türkiye tarafından MOSSAD’a bildirildiği haberleri ve İsrail’in ihbarları sonucu birbirine ardına İran uçaklarının indirilmesi iyi niyetle izah edilecek bir olay değil. Askerimiz henüz Lübnan’a gitmeden Türkiye ile Hizbullah’ı ve İran’ı karşı karşıya getirecek bir tuzak kuruyor İsrail...bunu görmeli.
Ayrıca tam 1 asırdır bölgede kanlı süreç yaşanıyor. Şimdi göndereceğimiz istihkam ve sıhhiye birlikleri ile Lübnan’da 100 yıldır akacak kanı durdurabilecek halimiz yok. Ayrıca gidilecekse, gerçekler kamuoyundan gizlenerek, güven zedelenerek değil, iyi müzakere edilmiş pozisyon belgeleri ve itimat telkin edilerek gidilmesi gerekir. Bakan Gül başta olmak üzere dışişleri bürokrasinin kamuoyundan bazı gerçekleri gizlediği aşikar. Başta bir güven sorunu söz konusu.
Bu bakış açısıyla mı Lübnan’a asker göndereceğiz? Ertuğrul Özkök’ten birkaç satır yansıtmak istiyorum. “Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’e ilginç bir gözlemini anlatmış.
Berri, savaşın en şiddetli günlerinden birinde, televizyonda İsrailli bir askerin konuşmasını dinlemiş.
İsrailli asker, konuşmasında şunu söylemiş:
‘Bizim insan olarak amacımız daha iyi bir hayat yaşamak. Bütün eğitim hayatımız boyunca, yaşamayı yücelten değerleri öğreniyoruz. Ama burada çarpıştığımız insanların hedefi, yaşamak değil, ölmek.’
Gerçekten etkileyici bir tespit.”
Özkök, ”Gerçekten etkileyici” dediği tespitten yola çıkarak, “Amacı yaşamak olan bir insan topluluğu ile tek ideali ölmek olan bir insan topluluğu savaştığı zaman kim kazanır, kim kaybeder?” sorusunu yöneltiyor.
O kimsenin kazanamayacağını söylüyor, ama vicdanı, yaşamayı yüceltmek için mi önce Filistin’e, ardından da Lübnan’a saldırıp 300’ü çocuk bin 500 kişinin ölümüne neden yol açtınız sorusunu sormaya izin vermiyor.
Sahilde oynarken topçu ateşiyle vurulan 7 çocuğun hangi yaşama duygusuyla öldürüldüğünü hatırlatmıyor.
Yaşamayı yücelttiğini söylediklerine, Filistin yetimlerine ekledikleri Lübnanlı öksüzleri hatırlatmadan hem de....
21.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|