İman ve İslam esaslarını anlatırken mutlaka izah ve ispat yolunu seçerek, aklı, kalbi ve sair duyguları da ikna yolunu seçmektir. Çünkü, Kur’ân bunu emrederken, çağımız da, “Neden, niçin ve nasıl?” sorularının etrafında yoğunlaşıyor. 15 asır sene önce bize bırakılan bu medenî metot, gayet ince psiko-sosyal hakikatleri ihtiva eder.
İnsanları hakka, mü’minleri camiye dâvet ederken, asla sert, kırıcı, ürkütücü, korkutucu, itici olamayız. Hele hele haftalık, aylık Müslüman, böyle yapacaksan camiye hiç gelme!” gibi son derece rijit bir tavır asla takınılamaz. O takdirde, “Beyt, beytullah; insan ise, Abdullah! Onu da gelip-gelmemekte serbest bırakan Allah; size ne oluyor. Siz kimsiniz, kimi, kimin mabedinden kovuyorsunuz?” diye tepki gösterirse, cevap vermekte zorlanırız. Daha doğrusu, verecek cevabımız bulunmaz!
Ancak, şöyle nâzik ve düşündürücü bir üslûp kullanabiliriz:
“Efendim, geçen sene bayram namazından sonra camide bir ceketin unutulduğunu fark ettik. Herhalde vakit namazına gelir, ceketini alır, diye düşündük. Vakit namazlarına gelmeyince, herhalde Cuma namâzına gelir, diye bekledik. Aradan aylar geçtiği halde, ceketi soran olmayınca, zayi olmasın diye muhtaç birisine verdik. Ancak, diğer bayram namazında sahibi yanımıza geldi ve ‘Ben geçen seneki bayram namazında ceketimi burada unutmuşum. Sizde ise, almaya geldim’ dedi. Biz de durumu kendisine anlattık, geç kaldığını söyledik. Siz de, şâyet ceketinizi unutursanız, sakın diğer bayrama kadar beklemeyin, hemen gelin ceketinizi alın.”1
Bu, hem mesajı kesin olarak hedefine, hem siz maksadınıza ulaştırır; hem de insanları rencide etmemiş olursunuz. Bir diğer mühim husus da, insanların hatalarını yüzüne vurmamaktır. Buradan hareketle, başkalarının huzurunda kusurları sergileyip ilan etmemeyi de çıkarabiliriz. Anlatılır ki, Hz. Ali’ye (r.a.), “Hatanı söyleyeyim mi?” diyene, “Hayır, burada söyleme, yalnızken söyle!” demiş. Yalnızlığa çekilip söyleyince, “Doğru söyledin, kendimi düzelteyim!” demiş.
“Neden içeride bunu söylememe fırsat vermedin, aynı şeyi söyleyecektim!”
“Orada izzet-i nefsime dokunur, belki nefsime kabul ettiremezdim, karşı gelebilirdim!”
Hassasiyet gösterilmesi gereken diğer bir prensip de, muhataplarımızın içinde bulunduğu inkâr, şüphe veya vesvese durumudur. Kesinlikle olumsuz yönlerini yüzlerine vurmamalı ve aleniyete dökmemeli.
Dipnot:
1. Dr. Şâdi Eren, Güzel Konuşmanın Sırları, s. 28.
21.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|