İman esaslarının izah ve ispatına başlamadan önce iki konuya dikkat çekmemiz gerekir: İmân ve İslâm esaslarını tebliğde metot ile imânî meseleleri asla tartışma, münâzĞara mevzuu yapmama hususu.
Doğru, faydalı, iyi, ahlâkî değerleri anlatmak, yaymak; çirkin, olumsuz, zararlı, kötü ve ahlâk dışı, söz ve davranışlardan men etmekle yükümlüyüz. Bunun orijinal tâbiri, “emr-i bi’l-ma’ruf, nehy-i ani’l-münker”dir.
Bu vazife îfâ edilirken uyulması gereken önemli temel prensip ve Peygamberî tebliğ metotlarından birisi, “İnsanları Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır. Ve onlarla mücadeleni en güzel şekilde yap”1 şeklindedir. Hiç şüphesiz, “hikmet, güzel öğüt ve mücadele” nezaket ve nezaheti, aklî/mantıkî delilleri, edebî ve ilmî metotları kullanmak gibi hakikatleri de ihtiva eder.
En muhteşem iletişimci ve en mükemmel diyalogcu seçilen, en nazik ve en nazenin tebliğci Hz. Peygamber (asm), “Bir yanlışlık veya bir kötülük gördüğünüzde elinizle; buna güç getiremiyorsanız dilinizle düzeltin. Buna da gücünüz yetmezse, kalbinizle buğzedin” tavsiye üslûbunda emirde bulunur. Sahanın uzmanları bu hadîsi şöyle yorumlar:
Eliyle düzeltme güce dayandığından, bu vazifeyi yetkililer, etkililer, resmî görevliler yapar. Diliyle âlimler ve meseleyi bilen sahanın uzmanları yapmalı. Sıradan vatandaş ise, ancak, şiddet unsuru taşımayan tepkisini belirtir. Aksi taktirde kaş yapayım derken, göz çıkarabilir!
Başkalarını uyarırken kendimizi/nefsimizi asla ihmal etmememiz gerektiği vurgulanır.
Dikkat kesilmemiz gereken diğer bir nokta da, hataları yüze vurmadan düzeltme yoluna gitmektir. Aksi halde, aksülamel yapar, ters teper. Ki, bu psikolojik bir durumdur:
“Çok fenâlık vardır ki, iyilik perdesi altında kaldıkça ve onu görmezlikten geldikçe sınırlı kalır.”2 Tabiî ki, bu cümleden “tüm fenalıkları” görmezlikten gelme anlamı çıkmıyor. Bazı kötü hallere bizzat ve âcil müdahele gerekebilir.
Yine bir hadîs-i şerîfte, “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın, müjdeleyin, korkutmayın...” denir. Bu önemli bir ikazdır ve geneldir. Meselâ, bir kısım mü’minler, hayat şartları gereği camiye günde beş, bazıları haftada bir, bir bölümü ayda bir uğrar. Seneden seneye gelenler de olabilir. Hiç kimse, hiç kimseyi yerme hakkına sahip değil. Çünkü, peygamberler dahil, insanlar hemcinsleri üzerine “bekçi, gözetleyici, hidayete erdirici” tayin edilmiş değil. Ki, son İlâhî mesajda, böyle bir yetkinin peygamberlere bile verilmediği, onların görevinin yalnızca bildirmekten ibaret olduğuna dair sık sık tahşidat yapılır.
Ancak, gayet nazik, yumuşak ve şevklendirici bir üslûpla daha sık gelebilmeleri için dâvet ile teşvik edilebilir. Diyelim ki, vaiz-vaize veya imam-hatibiz. İnsanları birlik ve beraberliğin en önemli unsur ve zeminlerinden olan iman, ibadet ile camiye dâvet edeceğiz. Kesinlikle, “Gel, Müslüman camiye gel! Günlerdir, haftalardır nerdesin! Aylık Müslüman, yıllık Müslüman! Ayda bir geleceksen hiç gelme!” gibi itici, ürkütücü bir üslûp asla kullanamayız. Buna ne hakkımız, ne haddimiz var.
Dipnotlar:
1. Nahl Sûresi: 125.; 2. Münâzârât, s. 83.
NOT: Mi’rac kandilinizi tebrik eder; camiamız, tüm İslâm cemaatleri, milletimiz, ülkemiz, İslâm âlemi; özellikle muztar ve mağdur Lübnan, Irak, Filistin, Çeçenistan, Keşmir ve sâir bölgelerdeki Müslümanlar için necata ve insanlık âlemi için hayırlara vesîle olmasını Cenâb-ı Hak’tan niyaz ederim.
20.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|