Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 20 Ağustos 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Paraya niyet, nabza göre şerbet

Yeşil Çam filmlerinde görmüşsünüzdür. Zengin bir adam yahut kadın, yolda dalgın dalgın yürürken, bir çingene kız yolunu keser ve “Abe/Abla istersin, falına bakayım. Neyse hâlin o çıksın falin” diye ballandıra balandıra anlatmaya koyulur. Eğer kız yahut erkek üzgünse, üç vakte kadar birisiyle görüşecektir. Can sıkıntısından muhakkak kurtulacaktır. Nabzına göre şerbetini aldıktan sonra da çingeneye fal ücretini verip uzaklaşacaktır.

Bu küçük ayrıntı basitmiş gibi geliyor ilk başta. Ancak biraz düşününce, bu ayrıntının “popüler pazar” ilişkileri bazında da daha bir etraflıca işlendiğini görüyoruz. Meselâ Cola Turka Amerikanvari tavrıyla piyasada milletin beğenisini kazanmaya çalışırken, Coca Cola da yerliliği işleyen reklâm salvolarıyla karşılık vererek, neredeyse bir meta hâlini alan tüketiciye kendini beğendirmeye çalışıyor. Her ne kadar farklı metotları deneseler de yaptıkları şey, tek yüzlülüğü, kültürel algılama biçimlerini payanda olarak kullanabilme düşüncesini bilinçaltlarına yerleştirmekten ibaret oluyor.

Bu durum elbette Cola Turka ve Coca Cola eksenli değil. Müzik alanında da bu kendini gösteriyor. Bir dilin, estetik değer aldığı ve billurlaştığı, bir bakıma en özenli biçimde kullanıldığı alanlarından birisi olması gerekirken; artık müziğimiz, sokak dilini yansıtan bayağılaşmayı ifade eden söz dizimlerini kullanarak enstrümanlaştırılıyor. Söz gelimi, Kenan Doğulu’nun “Çakkıdı çakkıdı oynaşalım kız” söz dizimindeki “çakkıdı” ifadeleri de bilinç algılamasının cızırtılı yönünü ortaya koyuyor. Üstelik bu ve buna benzer şarkıların, rehavete, tembelliğe, açık saçıklığa ve benzeri insan fıtratına aykırı her türlü davranışa müsait yaz mevsimine denk getirilmesi de herhâlde tesadüf değil. Bu da, toplumun içinde bulunduğu sosyal ve psikolojik durumu değerlendirip paraya kurban etmekten başka bir şey değildir.

Aynı şekilde “Baş harfi ben” adlı şarkıda da bir dil algılamasının çarpıklığı ayan beyan ortadayken, bu ifadeyi müziğe taşımanın başka bir açıklaması var mıdır? Harfle kelime ayrımının bu derece iç içe girmiş olmaklığı başka ne ile açıklanabilir? Yoksa, okuma fakiri, dil yoksunu kişilerin kullandığı bu ifadeyi alıp âdeta romantikliğin simgesi olarak göstermenin nabza göre şerbet verme ile ilgisi var mı? San'atçı sorumluluğu denen şey, salt para kazanma ile eş değer mi? Bence bir şekilde san'atla uğraştığını söyleyenler, “İnsanların kültürünü yozlaştırmaktansa, para kaybetmeyi tercih ederim” türünden bir bilinç eğitiminden geçirilmeli.

Son günlerde arabalardan yahut kaset/CD satıcılarından, âdeta ses kirliliğine sebep olan İngilizce bir şarkı sesini duyuyordum. Merak edip de sordum. Meğer Emel diye birisi çıkıp İbrahim Tatlıses’in bir zamanlar meşhur “Allah Allah” şarkısını hızlı bir ritimle İngilizce’de seslendirmiş. “Allah Allah” dedim gerçekten. “Yahu ne olursa olsun dinlendiğinde naif bir aşk esintisi hissettiren bu şarkı, o kadar da dejenere edilir mi? Şehvet kokusuna bu kadar büründürülür mü?” demekten kendimi alamadım.

Anladım ki, son yıllarda popülaritesi artan kültürel farklılaşma ve kültürel zenginlik, kapitalizmin ürettiği özenti kültürünün maşası durumuna gelmiş. Yani, “Yerellik ne kadar çözülürse, tüm dünyada benzeşme de ne kadar artarsa, ne olursa olsun malımı satarım” düşüncesi toplumun kültürel dokusunu bir ur gibi sarıyor. Olansa, sekülerleştiğinin; aynı zamanda farklılaşayım derken, aslında yeknesaklaştığının farkında olmayan topluma oluyor.

Habib FİDAN

20.08.2006


Ekonomik yakınlaşma

Suudi Arabistan kralı Abdullah bin Abdulaziz üst düzey siyasî ve iktisadî bir heyet başkanlığında 8 Ağustos’ta üç günlük bir ziyaret için Ankara’ya geldi ve gerekli görüşmeler ve anlaşmalar yaparak, Türkiye’den ayrıldı. Bu gezi, Suudi Arabistan kralının 40 yılın ardından Türkiye’ye düzenlediği ilk gezi sayılıyor. Suudi Arabistan – Türkiye ilişkileri 1929 yılına dayanıyor. Son olarak Suudi Arabistan’ın ölen kralı Faysal 1966 yılında Türkiye’yi ziyaret etmişti.

Kral Abdullah’ın, Türkiye gezisi sırasında Arap-Türk kaynaşmasını sembolize eden bir sonuca imza attılar. Altı anlaşmanın imzalanması ve karşılıklı güvenin öne çıktığı bir atmosferin yakalanması son derece önemli. İki ülke, birçok konuda uluslar arası arenada birbirlerine yakın pozisyondalar. “ABD müttefiki” iki ülke, her halde kendi ittifaklarını bir adım öne çıkararak, akıllı bir yeni tavır geliştireceklerdir. (Yeni Asya 10.08.2006)

Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın Türkiye ziyareti hem Türkiye hem de Suudi Arabistan açısından çok faydalı olabilecek ekonomik yakınlaşmalara sebep olacaktır. İki ülkenin en üst düzeydeki karar alıcıları, TOBB-DEİK organizasyonu altında işadamlarının toplantılara verdikleri önem de bunun göstergesi. Ayrıca, Suudi Arabistan Kralı’nın ve heyetteki işadamlarının birçoğunun Türkiye’ye özel bir yakınlık duyması ekonomik yakınlaşma sürecini destekliyor.

İki ülkenin iktisadî ve ticarî ilişkilerinde kayda değer ilerleme gözleniyor. Son veriler de 2005 yılında iki taraf arasındaki ticaret hacminin 2.5 milyar dolar olduğunu gösteriyor. Öte yandan son yıllarda, Suudi Arabistan’ın Türkiye’ye 2 milyar doları aşkın mali yardımda da bulunduğu ifade ediliyor. Bu arada Türkiye yönetiminin de en önemli üyesi Suudi Arabistan olan, Fars körfezi işbirliği konseyi ile ortaklaşa serbest ticaret bölgesi kurmaya çalıştığı gözleniyor.

Birçok Batı ülkesinde Arap sermayesinin dışlanmasından sonra, özellikle Suudili iş adamlarının Lübnan’daki yatırımlarını iptal etmesi Türkiye’nin popülaritesini daha da artırdı. AB’ye üyelik sürecinin yanı sıra enerji konusunda da dünyanın kalbi durumundaki Türkiye, Arap sermayesi için en cazip ülkelerden biri haline geldi.

Arap ülkeleri içinde Türkiye’ye karşı yatırımda en temkinli davranan Suudi Arabistan ile yeni döneme giriliyor. Arap dünyasının gayri safi millî hasılasının yüzde 25’ini üreten ve GSMH’sı 271 milyar dolar olan Suudi Arabistan’ın Kralı Abdullah’ın Türkiye ziyareti sonrasında iki ülke ticarî ilişkilerinde önemli gelişmelerin yaşanması bekleniyor. Suudi Arabistan 2005 yılında 87 milyar dolarlık cari fazla verdi. 2006 yılında bu rakamın daha artması bekleniyor. Kralın ziyaretinden sonra, Suudi yatırımcılarının Türkiye’ye önemli miktarda Suudi sermayesini yönlendireceklerini bekleyebiliriz. Suudi sermaye fazlasının bölgede gidebileceği en güvenilir ülke Türkiye’dir. Öte yandan, Batı ülkelerindeki Suudi yatırımları siyasî faktörler de göz önüne alınınca doyuma ulaşmış sayılabilir. Suudiler’in Türkiye’ye yapabilecekleri yatırım rakamlarının, bir alışma devresinden sonra, hızlanmasını bekleyebiliriz.

Suudi Arabistanlı iş adamları özellikle GAP bölgesi ile enerji sektörlerine yatırım yapmak için enerji dağıtımı ihalelerine girmek istiyor. Cam elyaf boru üretiminde Türkiye ile işbirliği yapan ve dünyada önemli pazara sahip olan Suudi firmaları Türkiye’deki fabrikalardan, Balkanlar, Orta Asya, Rusya ve Avrupa’ya ihracat yapıyor. Suudi firmalar ayrıca Türkiye’de tekstil ve hazır giyimde de yatırım yapmayı planlıyor. Bunun yanı sıra sürekli gelişen turizm sektörü ile bankacılık ve emlak sektörünün de Suudi Arabistanlı iş adamlarının iştahını kabarttığı ifade ediliyor. Bu da Arap sermayesinin Türkiye’de yeni yatırımlara başlamasını sağlayacak.

Görüşmelerde, Başbakan Erdoğan, 2010 yılında iki ülke arasında 3 milyar dolar olan ticaret hacmini 7 milyar dolara çıkarmayı hedeflediklerini açıklarken, Kral Abdullah ise iki ülke işadamlarının ortak yatırım projesi üretmesini istedi. Saudi German Hospital Üst Yöneticisi Makarem S. Batterjee, İstanbul’da 1,3 milyar dolarlık sağlık şehri kurmayı planladıklarını açıkladı. Görüşmelerin sürdüğü sağlık şehri projesinde 15 hastahane, tıp fakülteleri ve sağlık otelleri yer alıyor.

Bu ekonomik yakınlaşma devam etmelidir. Müslüman ülkeler arasındaki, fitnelerin kuruması için bu elzemdir. Bu adımı diğer adımlar takip etmelidir. Müslüman ülkeler arasındaki ilişkiler, dünya siyasetini, ekonomisini yönlendirmede etkili olabilmelidir.

Bediüzzaman’ı dinleyelim, “ Maddeten İslâmiyetin terakkisinin kuvvetli sebepleri gösteriyor ki, maddeten (iktisadî yönden) dahi İslamiyet istikbalde hükmedecek…..İnşallah yine Araplar, ye’si bırakıp İslâmiyetin kahraman ordusu olan Türklerle hakikî bir tesanüd (yardımlaşma) ve ittifak ile el ele verip Kur’ân’ın bayrağını Dünyanın her tarafında ilân edeceklerdir….” Hutbe-i Şamiye

Mehmet Abidin KARTAL

20.08.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004